Açıköğretim ders notları öğrenciler tarafından ders çalışma esnasında hazırlanmakta olup diğer ders çalışacak öğrenciler için paylaşılmaktadır. Sizlerde hazırladığınız ders notlarını paylaşmak istiyorsanız bizlere iletebilirsiniz.
Açıköğretim derslerinden Yaşam Boyu Büyüme ve Gelişim Dersi 2. Ünite Özet için hazırlanan ders çalışma dokümanına (ders özeti / sorularla öğrenelim) aşağıdan erişebilirsiniz. AÖF Ders Notları ile sınavlara çok daha etkili bir şekilde çalışabilirsiniz. Sınavlarınızda başarılar dileriz.
Yaşamın ilk basamağı doğum öncesi dönemde başlar. Sağlıklı bireylerin dünyaya gelmesi, bu dönemde anne ve babaların fiziksel ve ruhsal sağlıkları ile yakından ilgilidir.
Biyolojik olarak insanlar kadın ve erkek olmak üzere iki cinsiyete ayrılmıştır. İnsan üremesini anlayabilmek için öncelikle sperm ve yumurta hakkında bilgi sahibi olmamız gerekir. Kadın üreme hücresi yumurta ve erkek üreme hücresi spermdir. Yumurta ve sperm birleştiği zaman döllenme ile gebelik ortaya çıkar. Döllenmenin gerçekleşmesi için spermlerin kadın vajinası içine aktarılması gerekir. Döllenme için en uygun aralık yumurtlama döneminden üç gün öncesi ile yumurtlama döneminden sonraki gündür. Vajina içine aktarılan spermlerden bir tanesi fallop tüplerindeki yumurtaya ulaşır ve hücre zarını delerek yumurtanın içine girebilirse döllenme gerçekleşmiş olur. Döllenmiş yumurtaya zigot denir.
Doğum öncesi gelişim üç aşamaya ayrılır. Bunlar;
Germinal dönem, döllenme gerçekleştikten sonraki 2 haftayı kapsar. Bu dönemde zigot oluşur. Daha sonrasında bölünen hücrelerin iç katmanlarının oluşumu başlar. Bu haldeki yumurtaya blastocyst denilir. Bu hücreler sonrasında büyüyerek embriyoyu oluşturacaktır. Embriyonun ve plasentanın oluştuğu zamana Trophoblast adı verilir. Yumurtanın rahim duvarına tutunması ise implantasyon olarak adlandırılır.
Embriyonik dönem, doğum öncesi gelişimin ikinci basamağıdır ve 2 ile 8 haftalık bir süreye sahiptir. Bu dönemde hücrelerin bölünmesi artmıştır ve organlar görünür olmaya başlar. Bölünmüş hücreler yığınına artık embriyo denilmektedir. Embriyonun en iç katmanına endoderm denilir ve ileride bu kısım sindirim ve solunum sistemini oluşturacaktır. Orta katman olan mesoderm dolaşım sistemi, kemikler, kaslar, boşaltım ve üreme sistemlerini oluşturacaktır. En dıştaki katman olan ectoterm ise sinir sistemi, duyu organlarını ve deri üzerindeki parçalar (tırnak, saç vs.) hâline gelecektir. Kısacası vücudun her bir parçası bu üç katmandan oluşacaktır.
Fetal dönem, döllenmeden sonraki ikinci aydan başlar ve yaklaşık olarak yedinci aya kadar devam eder. Bu dönemde artık bebeğe fetüs denilmektedir.
Doğum öncesi gelişim ayrıca üç aylık dönemlere ayrılarak da ifade edilebilir:
Doğum öncesi dönemde en kritik dönem gebeliğin ilk 3 ayıdır. İlk 3 ayda annenin sağlığına dikkat etmesi oldukça önemlidir.
Gebeliğin herhangi bir tıbbi sorun, çevresel veya biyolojik etmenlerin sonucunda kendiliğinden sonlanmasına düşük; gebeliğin annenin isteği, cinsel saldırı suçu, annenin hayatını tehdit eden tıbbi bir sorun sonucu bilinçli olarak sonlandırılmasına ise kürtaj denilmektedir. En sık karşılaşılan düşük nedeni kromozomlardaki anormalliklerdir. Üreme organlarındaki hastalıklar, virüs, enfeksiyon veya fiziksel travmalar da düşüğe yol açabilir.
Doğum öncesi gelişimi etkileyen faktörler şunlardır:
Anne karnında gelişmekte olan fetüs, beslenmek için tamamen anneye bağımlıdır. Ne kadar kalori alındığı, vitamin, mineral ve protein alımı, dengeli beslenmek önemli kriterlerdendir. Zayıf olmak düşük doğum ağırlığına, motor beceri geriliğine ve bebek ölümüne yol açabilirken aşırı kilo, fetüs ölümü, ölü doğum veya bebekte sinir sistemi rahatsızlıklarına neden olabilir.
Her ilaç, gelişim sürecine olumsuz etki etmese de gebelik boyunca zorunlu hâllerde ilaç kullanımı doktor kontrolünde olmalı ve gebelikteki etkileri üzerine araştırmaları yapılmış ilaçlar olmalıdır. Araştırmalar gebelik sürecinde uyuşturucu madde kullanan veya sigara içen annelerin çocuklarında düşük bilişsel gelişim, zayıf dil gelişimi ve düşük doğum kiloları gibi sorunların ortaya çıktığını göstermektedir. Gebelik döneminde yoğun alkol kullanan annelerin çocuklarında ise Fetal Alkol Sendromu denilen bir rahatsızlık görülebilir. Bu rahatsızlık bebeğin yüzünde deformasyon, uzuvlar ve kalpte anamoliler olarak kendini gösterir. Bu rahatsızlığa sahip olarak doğan çocuklarda zekâ geriliği de görülebilir.
Fetüsün sağlıklı gelişimi ve annenin sağlıklı olabilmesi bir miktar annenin yaşına da bağlıdır. Araştırmalara göre 16- 34 yaş aralığındaki annelerin Down Sendromlu bebek dünyaya getirme ihtimali 40 yaş civarındaki annelere göre oldukça düşüktür. Ayrıca 30 yaşını geçmiş kadınlar, gebe kalma konusunda zorluk çekebilir.
Frengi, herpes (uçuk), AIDS gibi cinsel yolla bulaşan hastalıklar fetüs gelişimini etkileyerek organların zarar görmesine, merkezî sinir sistemi sorunlarına, ölüme veya beyin zararına neden olabilir. Radyasyon, çeşitli kimyasallar, atıklar ve diğer çevresel tehlikeler sanayileşmiş toplumlarda anne ve fetüs sağlığına karşı risk üretmektedir.
Eğer anne Rh negatif bir kan grubuna sahipse kanında protein yok demektir ve baba Rh pozitif kan grubuna sahip ise fetüste Rh uyumsuzluğu ortaya çıkar. Bu durumda annenin vücudu fetüse saldırması için antikorlar üretebilir. Bu durum, anneye Rh uyumsuzluğundan çıkan sorunları önleyen bir serum verilerek kolayca ortadan kaldırılabilir.
İnfertilite (kısırlık), bir sene korunmasız cinsel ilişki yaşandıktan sonra gebelik oluşmaması olarak tanımlanır. İnfertilite kadında ve erkekte ya da ikisinde birden görülebilir. Enfeksiyon, yaralanmalar, yaş ve diğer organik nedenlerden dolayı ortaya çıkabilir. Erkeklerde ise infertilite genel olarak düşük sperm sayısı ve düşük sperm hareketliliğinden kaynaklanır.
İnfertilite yaşayan çiftlerin deneyebilecekleri bazı yöntemler vardır. Bunlar;
İnfertilite tanısı almış olan çiftlerin deneyebilecekleri birçok tedavi yöntemi vardır. Fakat çiftin psikolojik iyilik hâlleri de oldukça önemli bir destekleyici faktör olarak öne çıkmaktadır.
İnfertilite tanısına karşın çiftlerin verdikleri tepkiler şöyle sıralanabilir:
İnfertilite hem erkek hem kadından kaynaklı olabilir. Fakat kültürel, toplumsal ve sosyal etmenler ve inanışlar nedeniyle birçok toplumda infertilite kadınları daha fazla etkilemektedir.
Kadınların gebelik döneminde kendilerini endişeli hissetmeleri sık görülen bir durumdur. Bu endişeler bazı durumlarda ruh sağlığı sorunlarının gelişmesine neden olabilir. Yapılan araştırmalara göre gebelik döneminde antidepresan ilaçlarını kullanmayı bırakan 10 kadından 7’si tekrar ruhsal rahatsızlıklar geliştirmektedir.
Bir kadının gebelik döneminde karşılaşacağı ruh sağlığı sorunları birçok etmene bağlıdır. Bunlar şöyle sıralanabilir:
Gebe kadınlarda genel olarak aşağıda sıralanan konularda endişeler ortaya çıkabilir:
Gebelik sürecinde ortaya çıkan ruhsal rahatsızlıkların tedavisi ise bebeğe yapacağı etki nedeniyle daha farklı olmaktadır. Gebe bir kadının ruh sağlığının ve iyilik hâlinin takip edilmesi ve gerekli görülen durumlarda psikiyatrik yardım alması için yönlendirmeler yapmak gebe kadınlarla çalışan sosyal hizmet uzmanlarının yapması gereken görevlerin başında gelmektedir.
Gebelik döneminde sosyal hizmet uzmanları; stresi azaltma, başa çıkma mekanizmalarının geliştirilmesi, güçlendirme, çift terapisi, sosyoekonomik destek sağlama, sosyal destek sistemlerini harekete geçirme ve toplum kaynaklarını harekete geçirme gibi mesleki çalışmalar yürütebilir.
Bağlanma kavramını ilk olarak İngiliz bilim insanı John Bowlby ele almıştır. Bağlanma; anne veya bakım veren ile bebek arasında kurulan karşılıklı duygusal etkileşimdir. Bu etkileşimde hem anne veya bakım veren hem de bebek aktif birer katılımcıdır.
Mary Ainsworth; bağlanmayı üç kategoriye ayırmıştır. Bunlar;
Güvenli bağlanan bebek; annesini çevreyi araştırmak için kullanır ve güvende hisseder.
Kaygılı/kaçınan bağlanma geliştiren bebekler ise annenin yanından ayrıldıktan sonra geri döndüğünde annesinden kaçınarak güvensizlik davranışı gösterir.
Kaygılı/dirençli bağlanma geliştiren bebekler ise anneden ayrı kalınan zamandan sonra annelerine karşı direnç göstererek güvensizlik davranışları gösterir.
Freud’a göre 0-2 yaş arasında bebek tamamen pasiftir ve kendisine bakım veren kişiye bağımlıdır. Fakat bağlanma kuramında bebek, duygusal bir sürecin aktif bir elemanı olarak görülür.
Doğum öncesi dönemde gerçekleşen bağlanmaya prenatal (doğum öncesi) bağlanma denilmektedir. Yapılan araştırmalara göre annenin bebeğe bağlanmasını etkileyen dokuz faktör bulunmaktadır:
Bir sosyal hizmet uzmanının belirli bir duruma ne şekilde yaklaşacağı ve müdahale edeceği birçok farklı faktöre bağlıdır ama bu faktörlerin en önemlisi insan gelişimidir. Çocuk sahibi olmaya karar vermek ve gebelik, insanların hayatlarını tamamen değiştiren bir deneyimdir. Sosyal hizmet uzmanları bu değişim sürecinde anne ve babalara rehber ve destek olmalıdır.
Gebelik döneminde olan müracaatçılarla çalışırken sosyal hizmet uzmanı, belirli mesleki becerilere ek olarak bazı sağlam bilgilere de sahip olmalıdır. Bunlar;
Gebelik dönmende anne, baba ve bebeğin sağlığına bütüncül olarak yaklaşmak gerekir. Sosyal hizmet uzmanı, aileleri tıbbi, psikolojik, kültürel, sosyal ve ekonomik olarak değerlendirmelidir. Sosyal hizmet uzmanlarının meslekler ile ilgili olan yasa, mevzuat, uygulama ve yükümlülüklerini bilmesi; bir meslek elemanı olarak kendisini, mesleğin itibarını ve müracaatçısının çıkarlarını korumak açısından kritik bir önemdedir
Yaşamın ilk basamağı doğum öncesi dönemde başlar. Sağlıklı bireylerin dünyaya gelmesi, bu dönemde anne ve babaların fiziksel ve ruhsal sağlıkları ile yakından ilgilidir.
Biyolojik olarak insanlar kadın ve erkek olmak üzere iki cinsiyete ayrılmıştır. İnsan üremesini anlayabilmek için öncelikle sperm ve yumurta hakkında bilgi sahibi olmamız gerekir. Kadın üreme hücresi yumurta ve erkek üreme hücresi spermdir. Yumurta ve sperm birleştiği zaman döllenme ile gebelik ortaya çıkar. Döllenmenin gerçekleşmesi için spermlerin kadın vajinası içine aktarılması gerekir. Döllenme için en uygun aralık yumurtlama döneminden üç gün öncesi ile yumurtlama döneminden sonraki gündür. Vajina içine aktarılan spermlerden bir tanesi fallop tüplerindeki yumurtaya ulaşır ve hücre zarını delerek yumurtanın içine girebilirse döllenme gerçekleşmiş olur. Döllenmiş yumurtaya zigot denir.
Doğum öncesi gelişim üç aşamaya ayrılır. Bunlar;
Germinal dönem, döllenme gerçekleştikten sonraki 2 haftayı kapsar. Bu dönemde zigot oluşur. Daha sonrasında bölünen hücrelerin iç katmanlarının oluşumu başlar. Bu haldeki yumurtaya blastocyst denilir. Bu hücreler sonrasında büyüyerek embriyoyu oluşturacaktır. Embriyonun ve plasentanın oluştuğu zamana Trophoblast adı verilir. Yumurtanın rahim duvarına tutunması ise implantasyon olarak adlandırılır.
Embriyonik dönem, doğum öncesi gelişimin ikinci basamağıdır ve 2 ile 8 haftalık bir süreye sahiptir. Bu dönemde hücrelerin bölünmesi artmıştır ve organlar görünür olmaya başlar. Bölünmüş hücreler yığınına artık embriyo denilmektedir. Embriyonun en iç katmanına endoderm denilir ve ileride bu kısım sindirim ve solunum sistemini oluşturacaktır. Orta katman olan mesoderm dolaşım sistemi, kemikler, kaslar, boşaltım ve üreme sistemlerini oluşturacaktır. En dıştaki katman olan ectoterm ise sinir sistemi, duyu organlarını ve deri üzerindeki parçalar (tırnak, saç vs.) hâline gelecektir. Kısacası vücudun her bir parçası bu üç katmandan oluşacaktır.
Fetal dönem, döllenmeden sonraki ikinci aydan başlar ve yaklaşık olarak yedinci aya kadar devam eder. Bu dönemde artık bebeğe fetüs denilmektedir.
Doğum öncesi gelişim ayrıca üç aylık dönemlere ayrılarak da ifade edilebilir:
Doğum öncesi dönemde en kritik dönem gebeliğin ilk 3 ayıdır. İlk 3 ayda annenin sağlığına dikkat etmesi oldukça önemlidir.
Gebeliğin herhangi bir tıbbi sorun, çevresel veya biyolojik etmenlerin sonucunda kendiliğinden sonlanmasına düşük; gebeliğin annenin isteği, cinsel saldırı suçu, annenin hayatını tehdit eden tıbbi bir sorun sonucu bilinçli olarak sonlandırılmasına ise kürtaj denilmektedir. En sık karşılaşılan düşük nedeni kromozomlardaki anormalliklerdir. Üreme organlarındaki hastalıklar, virüs, enfeksiyon veya fiziksel travmalar da düşüğe yol açabilir.
Doğum öncesi gelişimi etkileyen faktörler şunlardır:
Anne karnında gelişmekte olan fetüs, beslenmek için tamamen anneye bağımlıdır. Ne kadar kalori alındığı, vitamin, mineral ve protein alımı, dengeli beslenmek önemli kriterlerdendir. Zayıf olmak düşük doğum ağırlığına, motor beceri geriliğine ve bebek ölümüne yol açabilirken aşırı kilo, fetüs ölümü, ölü doğum veya bebekte sinir sistemi rahatsızlıklarına neden olabilir.
Her ilaç, gelişim sürecine olumsuz etki etmese de gebelik boyunca zorunlu hâllerde ilaç kullanımı doktor kontrolünde olmalı ve gebelikteki etkileri üzerine araştırmaları yapılmış ilaçlar olmalıdır. Araştırmalar gebelik sürecinde uyuşturucu madde kullanan veya sigara içen annelerin çocuklarında düşük bilişsel gelişim, zayıf dil gelişimi ve düşük doğum kiloları gibi sorunların ortaya çıktığını göstermektedir. Gebelik döneminde yoğun alkol kullanan annelerin çocuklarında ise Fetal Alkol Sendromu denilen bir rahatsızlık görülebilir. Bu rahatsızlık bebeğin yüzünde deformasyon, uzuvlar ve kalpte anamoliler olarak kendini gösterir. Bu rahatsızlığa sahip olarak doğan çocuklarda zekâ geriliği de görülebilir.
Fetüsün sağlıklı gelişimi ve annenin sağlıklı olabilmesi bir miktar annenin yaşına da bağlıdır. Araştırmalara göre 16- 34 yaş aralığındaki annelerin Down Sendromlu bebek dünyaya getirme ihtimali 40 yaş civarındaki annelere göre oldukça düşüktür. Ayrıca 30 yaşını geçmiş kadınlar, gebe kalma konusunda zorluk çekebilir.
Frengi, herpes (uçuk), AIDS gibi cinsel yolla bulaşan hastalıklar fetüs gelişimini etkileyerek organların zarar görmesine, merkezî sinir sistemi sorunlarına, ölüme veya beyin zararına neden olabilir. Radyasyon, çeşitli kimyasallar, atıklar ve diğer çevresel tehlikeler sanayileşmiş toplumlarda anne ve fetüs sağlığına karşı risk üretmektedir.
Eğer anne Rh negatif bir kan grubuna sahipse kanında protein yok demektir ve baba Rh pozitif kan grubuna sahip ise fetüste Rh uyumsuzluğu ortaya çıkar. Bu durumda annenin vücudu fetüse saldırması için antikorlar üretebilir. Bu durum, anneye Rh uyumsuzluğundan çıkan sorunları önleyen bir serum verilerek kolayca ortadan kaldırılabilir.
İnfertilite (kısırlık), bir sene korunmasız cinsel ilişki yaşandıktan sonra gebelik oluşmaması olarak tanımlanır. İnfertilite kadında ve erkekte ya da ikisinde birden görülebilir. Enfeksiyon, yaralanmalar, yaş ve diğer organik nedenlerden dolayı ortaya çıkabilir. Erkeklerde ise infertilite genel olarak düşük sperm sayısı ve düşük sperm hareketliliğinden kaynaklanır.
İnfertilite yaşayan çiftlerin deneyebilecekleri bazı yöntemler vardır. Bunlar;
İnfertilite tanısı almış olan çiftlerin deneyebilecekleri birçok tedavi yöntemi vardır. Fakat çiftin psikolojik iyilik hâlleri de oldukça önemli bir destekleyici faktör olarak öne çıkmaktadır.
İnfertilite tanısına karşın çiftlerin verdikleri tepkiler şöyle sıralanabilir:
İnfertilite hem erkek hem kadından kaynaklı olabilir. Fakat kültürel, toplumsal ve sosyal etmenler ve inanışlar nedeniyle birçok toplumda infertilite kadınları daha fazla etkilemektedir.
Kadınların gebelik döneminde kendilerini endişeli hissetmeleri sık görülen bir durumdur. Bu endişeler bazı durumlarda ruh sağlığı sorunlarının gelişmesine neden olabilir. Yapılan araştırmalara göre gebelik döneminde antidepresan ilaçlarını kullanmayı bırakan 10 kadından 7’si tekrar ruhsal rahatsızlıklar geliştirmektedir.
Bir kadının gebelik döneminde karşılaşacağı ruh sağlığı sorunları birçok etmene bağlıdır. Bunlar şöyle sıralanabilir:
Gebe kadınlarda genel olarak aşağıda sıralanan konularda endişeler ortaya çıkabilir:
Gebelik sürecinde ortaya çıkan ruhsal rahatsızlıkların tedavisi ise bebeğe yapacağı etki nedeniyle daha farklı olmaktadır. Gebe bir kadının ruh sağlığının ve iyilik hâlinin takip edilmesi ve gerekli görülen durumlarda psikiyatrik yardım alması için yönlendirmeler yapmak gebe kadınlarla çalışan sosyal hizmet uzmanlarının yapması gereken görevlerin başında gelmektedir.
Gebelik döneminde sosyal hizmet uzmanları; stresi azaltma, başa çıkma mekanizmalarının geliştirilmesi, güçlendirme, çift terapisi, sosyoekonomik destek sağlama, sosyal destek sistemlerini harekete geçirme ve toplum kaynaklarını harekete geçirme gibi mesleki çalışmalar yürütebilir.
Bağlanma kavramını ilk olarak İngiliz bilim insanı John Bowlby ele almıştır. Bağlanma; anne veya bakım veren ile bebek arasında kurulan karşılıklı duygusal etkileşimdir. Bu etkileşimde hem anne veya bakım veren hem de bebek aktif birer katılımcıdır.
Mary Ainsworth; bağlanmayı üç kategoriye ayırmıştır. Bunlar;
Güvenli bağlanan bebek; annesini çevreyi araştırmak için kullanır ve güvende hisseder.
Kaygılı/kaçınan bağlanma geliştiren bebekler ise annenin yanından ayrıldıktan sonra geri döndüğünde annesinden kaçınarak güvensizlik davranışı gösterir.
Kaygılı/dirençli bağlanma geliştiren bebekler ise anneden ayrı kalınan zamandan sonra annelerine karşı direnç göstererek güvensizlik davranışları gösterir.
Freud’a göre 0-2 yaş arasında bebek tamamen pasiftir ve kendisine bakım veren kişiye bağımlıdır. Fakat bağlanma kuramında bebek, duygusal bir sürecin aktif bir elemanı olarak görülür.
Doğum öncesi dönemde gerçekleşen bağlanmaya prenatal (doğum öncesi) bağlanma denilmektedir. Yapılan araştırmalara göre annenin bebeğe bağlanmasını etkileyen dokuz faktör bulunmaktadır:
Bir sosyal hizmet uzmanının belirli bir duruma ne şekilde yaklaşacağı ve müdahale edeceği birçok farklı faktöre bağlıdır ama bu faktörlerin en önemlisi insan gelişimidir. Çocuk sahibi olmaya karar vermek ve gebelik, insanların hayatlarını tamamen değiştiren bir deneyimdir. Sosyal hizmet uzmanları bu değişim sürecinde anne ve babalara rehber ve destek olmalıdır.
Gebelik döneminde olan müracaatçılarla çalışırken sosyal hizmet uzmanı, belirli mesleki becerilere ek olarak bazı sağlam bilgilere de sahip olmalıdır. Bunlar;
Gebelik dönmende anne, baba ve bebeğin sağlığına bütüncül olarak yaklaşmak gerekir. Sosyal hizmet uzmanı, aileleri tıbbi, psikolojik, kültürel, sosyal ve ekonomik olarak değerlendirmelidir. Sosyal hizmet uzmanlarının meslekler ile ilgili olan yasa, mevzuat, uygulama ve yükümlülüklerini bilmesi; bir meslek elemanı olarak kendisini, mesleğin itibarını ve müracaatçısının çıkarlarını korumak açısından kritik bir önemdedir