Yeni Küresel Düzenin Şifreleri ve Türkiye- Ali Tigrel

Baş döndürücü gelişmelerin yaşandığı bir zaman diliminden geçiyoruz. Yeni bir küresel düzenin şekillenmekte olduğunu gösteren çok sayıda işaret var. 2020 yılına damgasını vuran,  2021 yılını büyük ölçüde etkileyen ve en azından orta vade de etkisini sürdüreceği  anlaşılan Korona salgınının söz konusu süreci hızlandırdığı hususunda hiçbir kuşkum yok. Küresel oyun değiştiği gibi oyuncular da değişiyor. Yepyeni kurallar ortaya çıkıyor. Bu kurallara uyamayan toplumların daha önce yaşamadıkları zorluklarla karşılaşmaları olası.

Ülkemiz iç içe geçmiş çok sayıda sorunla karşı karşıya. Bu sorunları çözmenin ön koşulu olan toplumsal mutabakat görünürde yok. Daha da kötüsü toplumdaki kutuplaşma adeta teşvik ediliyor. Ülkemizi yönetenler küresel dinamiklerin olası etkilerini yeterince göremiyorlar. Bu da önümüzdeki riskleri arttırıyor. Kısa, orta ve uzun vadeli yepyeni bir yol haritasını oluşturmak ve bunun üzerinde bir toplumsal mutabakat sağlamak zorundayız. Aksi takdirde çok ciddi sıkıntılarla karşı karşıya kalmamız kaçınılmaz hale gelebilir.

Değişen Küresel Dinamikler

Dünya Türkiye’yi Nasıl Görüyor

Uzun lafın kısası tatsız bir dönemin içinden geçiyoruz.

Neden Bu Duruma Geldik?

Özellikle son on yılda yapılan vahim hataların birikimli sonuçlarını giderek daha fazla hissettiğimiz açık ve nettir. İhvan eksenli olması yanı sıra ekonomik, jeopolitik ve teknolojik gerçeklerden kopuk dış politika çizgisi ekonomimize zarar verdiği gibi ulusal çıkarlarımızın korunması için elzem olan çok değerli kaynaklarımızın heba edilmesine yol açmaktadır. Bir zamanlar yabancı yatırımcılar için bir cazibe merkezi olan ülkemiz bugün doğrudan yabancı yatırımcı çekemediği gibi olanları bile kaybetmek tehlikesi ile karşı karşıya bulunmaktadır. Jeopolitik konumumuzla uyumlu, Atatürk ilkelerinden esinlenen, ciddi, dengeli ve tutarlı bir dış politika çizgisinden sapılması bizi küresel bir yalnızlığa sürüklemiştir. İsrail ve Mısır ile olan çok iyi ilişkilerimizin anlamsız şekilde bozulması Orta Doğu dengelerinin aleyhimize gelişmesine yol açmıştır. Karşımızda daha önce olmayan şer cepheleri oluşmuştur. Suriye bataklığına bulaşmamızın ekonomik ve sosyal maliyeti giderek artmaktadır. Burada heba olan kaynaklarla ülke yararına nelerin yapılabileceğini düşündükçe adeta kahroluyorum.

Türkiye ekonomisi dışa açık, küresel sistemle bütünleşmiş, yatırım ve ticaret bakımından büyük ölçüde Batı’ya bağımlı, dış finansman ihtiyacını daha çok Batı dünyasından temin eden bir ülkedir. O zaman nasıl oluyor da bu ülkeyi yönetenler özellikle dış politikada bu kadar vahim hatalar yapabiliyorlar? Nasıl oluyor da küresel gerçeklerden kopuk bir ideolojik zihniyet ülkenin çıkarlarını bu ölçüde göz ardı edebiliyor?

Bu ve benzeri soruların cevabını sanıyorum daha çok eğitim sisteminde aramak lazım. Bugün Türkiye’yi yöneten iktidarın eğitime yaklaşımını ibret verici ve kabul edilemez buluyorum. Çünkü, eğitimi dinselleştirmenin, yozlaştırmanın, din motifleriyle donatmanın içinde yaşadığımız dönemin dinamikleriyle bağdaşmadığı, toplumumuzun çağdaş dünyadan giderek kopmasına yol açacağı, bilim ve teknolojide çağın iyice gerisinde kalmasına neden olacağı açıktır. Araştırma ve geliştirmeye yeterince ağırlık vermeyen, yaratıcı olamayan, sorgulama yeteneği oluşmamış, yüksek katma değerli üretimi yapamayan toplumların küresel düzende söz sahibi olması beklenemez. Tedrisatta bilim ve teknolojiyi ön plana çıkarmadan, genç dimağlara dini dogmalardan arındırılmış çağdaş bir eğitim imkanı sağlamadan, onların eleştirel düşünce, iletişim, işbirliği ve yaratıcılık becerilerini teşvik etmeden hedeflerimize ulaşmak mümkün değildir.

Bir başka ciddi sorun, en son Boğaziçi Üniversitesi örneğinde olduğu gibi, üniversitelerimizde siyasi vesayetin ağırlığının giderek artması yanı sıra dini vesayetin de yavaş yavaş yerleşmeye başlamasıdır. Bu bağlamda, egemen siyasetin “ hayatımızın merkezine dönemin koşullarını değil, dinimizin koşullarını yerleştireceğiz ” söyleminin Anayasamızın laiklik ilkesini ihlal eden ve aynı zamanda üniversite sistemimizi tehdit eden çok sakıncalı bir ideolojik beyan olduğu açıktır.

Bugün Türkiye’deki 69 üniversite rektörünün uluslararası akademik yayını bulunmuyor. Bu rektörlerimiz hayatları boyunca yaptıkları araştırmalardan sıfır atıf alıyorlar. Bunları Türkiye dışında tanıyan da yok. Küresel üniversite sıralamalarında ilk 500’ün içinde olan üniversitemiz kalmadı. Akademik performansı yeterli olmayan kişilerin içinden rektör seçilmesi üniversitenin kalitesini olumsuz etkiliyor. Bu bağlamda rektörlerin atanma yetkisinin tamamıyla Cumhurbaşkanına verilmesi büyük bir hata olmuştur. Nitekim, bunun olumsuz sonuçları çarpıcı şekilde arka arkaya ortaya çıkmaktadır.

Ekonomiye gelince, 2021 yılı başı itibariyle çok ciddi sıkıntılarla karşı karşıya olduğumuz açıktır. Türkiye ekonomisi gerçekten zordadır. İşsizlik endişe verici boyutlara yükselmiş, yoksulluk artmış, gelir dağılımı bozulmuştur. Korona virüsünün yol açtığı salgın sorunları daha da derinleştirmiştir. Ülkenin borcu milli gelirini aşmış, dış borçluluğumuz tehlikeli mıntıkaya ulaşmıştır. Toplam dış borcumuzun gayri safi milli hasılamıza oranı yüzde 60’a ulaşmıştır. Ekonominin katma değer yaratma gücü neredeyse dibe vurmuştur. Büyümeye, toplam faktör verimliliğinden katkı gelmez olmuştur. Dış politika alanında yapılan vahim hatalar yüzünden ülkeye doğrudan yabancı sermaye yatırımı gelmez olmuş, ayrıca Batılı kaynaklardan makul koşullarda dış finansman sağlama olanakları çok ama çok daralmıştır.

Bundan Sonra Ne Yapılmalıdır?

Esas odaklanmamız gereken alan da budur. Çünkü olan olmuştur. Ülkeye zarar verilmiştir. Ama önemli olan söz konusu tahribatı telafi etmek ve ileride yeniden olmasını engellemektir.

Çok kısa olarak, Türkiye şunları yapmalıdır:

Her iki ülke ile ilişkilerimizin daha da geliştirilmesi, uzun dönemli çıkarlarımız bakımından fevkalade yararlı olacaktır.

Sonuç

Karşı karşıya olduğu tüm sorunlara rağmen Türkiye büyük, çok önemli ve potansiyeli yüksek bir ülkedir. Türkiye, Doğu Akdeniz’in en büyük ekonomik, siyasi ve askeri gücü olması yanı sıra Doğu Akdeniz sahili en uzun olan ülke konumundadır. Ülkemizi hesaba katmadan, denklemde göstermeden, haklarına saygı duymadan ve onunla iyi niyetle müzakere etmeden herhangi bir bölgesel sorunun kalıcı olarak çözülebileceğine inanmıyorum. Ancak, Türkiye’yi yönetenlerin yapılan hatalardan ders almasını, ideolojik saplantıların bir tarafa bırakılmasını ve ülke çıkarlarının her şeyin üzerinde tutulmasını beklemek hepimizin hakkı.

Unutmayalım. Ülkeyi yönetenlerin öncelikle yapması gereken, karşı karşıya olduğumuz sorunları aşarak geleceğin Türkiye’sini yaratma yolunda toplumsal mutabakatı sağlamak, ülke içindeki birlik ve beraberliğe özen göstermek, siyasi çıkarlar uğruna toplumu bölücü ve kutuplaştırıcı söylemlerden kesinlikle kaçınmaktır. Bunu yapamadıkları sürece işimiz gerçekten zordur.