Açıköğretim ders notları öğrenciler tarafından ders çalışma esnasında hazırlanmakta olup diğer ders çalışacak öğrenciler için paylaşılmaktadır. Sizlerde hazırladığınız ders notlarını paylaşmak istiyorsanız bizlere iletebilirsiniz.
Açıköğretim derslerinden Yeni Türk Edebiyatına Giriş 2 Dersi 1. Ünite Özet için hazırlanan ders çalışma dokümanına (ders özeti / sorularla öğrenelim) aşağıdan erişebilirsiniz. AÖF Ders Notları ile sınavlara çok daha etkili bir şekilde çalışabilirsiniz. Sınavlarınızda başarılar dileriz.
Bu ünitede yükselme döneminden Tanzimat yıllarına kadar Osmanlı-Avrupa ilişkilerinin siyasi ve kültürel boyutları ele alınmaktadır.
Yükselme dönemine kadar büyük ölçüde savaşlar ve antlaşmalar ile sınırlı olan Osmanlı-Avrupa ilişkileri, bu dönemden itibaren sosyo-kültürel ve ticari bağlantıları da içermeye başlamıştır. İstanbul’un fethi ile birlikte Osmanlı-Avrupa ilişkileri hem askeri hem politik hem de ticari anlamda yeni bir boyut kazanır. Fetih öncesinde de askerlik tekniği ve silah konusunda Osmanlı uzun bir süre Avrupa’dan yararlanmıştır. Fetih sonrasında, özellikle 18. yüzyılda İstanbul’da faaliyetlerini devam ettiren elçiler Osmanlı’da sanatı, kültürü ve sosyal hayatı az da olsa etkilemişlerdir. Yükselme döneminde Osmanlı devlet adamları Grek bilim ve felsefesiyle bilinçli olarak ilgilenmişlerdir. Fatih Sultan Mehmet çabalarıyla Batı ile Doğu’nun dengesini kurduğu gibi Türk kültürünü kurumlarıyla birlikte Batı’ya açma yolunda bazı adımlar atar. Osmanlı Devleti’nin Avrupa ile ticari ve kültürel ilişkilerinde, devletin bünyesinde varlığını devam ettiren Avrupalıların ve diğer gayrimüslimlerin az da olsa etkileri görülür.
Fatih döneminde başlayan sosyal ve kültürel ilişkilerin geliştirilmesine yönelik çabalar II. Bayezit döneminde de devam eder. Ancak II. Bayezit döneminde Avrupa ile ilişkilere bakıldığında dış politikada en büyük hareketliliğin Venedik’le olan ilişkilerde yaşandığı görülmektedir. Bu dönemde Venedik’le yaşanan bazı anlaşmazlıklar neticesinde Sultan Bayezit, Türk limanlarını Venedik ticaretine kapatır.
Osmanlı İmparatorluğu’nun Avrupa ile kültürel ilişkilerinde savaşların ve savaşlar sonucunda imzalanan antlaşmaların etkisi de önemlidir. Savaşlarda sonucu elde edilen hazineler ve heykeller İstanbul’a getirilir. Avrupa’nın eski krallarının tarihine ilgi duyan, aynı zamanda kendi çağdaşı olan hanedanları da tanımaya çalışan İbrahim Paşa, Avrupalı sanatçılarla temaslar kurar, bazı sanat eserlerini sipariş eder, Habsburg elçileriyle yaptığı görüşmelerde Avrupa’daki gelişmelerden haberdar olduğunu hissettirir.
Osmanlı Devleti hakimiyetinin kabul edildiği yükselme çağında Osmanlılar yararlı gördükleri teknikleri Avrupa’dan alıp uygulamışlardır. Avrupa icadı toplar kullanılmış, tersanecilikte Venedik örnek alınmıştır. Ünlü Osmanlı haritacısı Piri Reis, Avrupa haritaları ve coğrafya kitaplarını kullanmıştır. Osmanlı bilim adamları da Avrupa’nın coğrafyası, tarihi ve tıbbi gelişmeleriyle ilgili araştırma yapmışlardır. Osmanlı Devleti’nin Avrupa kültürüne aşina olmasında Avrupalı elçilerin etkisi de görülür.
18. yüzyıla kadar Osmanlı Devleti’nin Avrupa ile ilişkileri, siyasi olaylar ve savaşlar dışında, iki medeniyet arasındaki ekonomik ilişkilerin sınırlarını pek geçmez ve genellikle ülkeye gelen ya da Osmanlı sınırları içinde yaşayan Avrupalılar ile elçiler tarafından idare edilir. Ancak bu ilişkilere rağmen fikir, sanat ve kültür alanında iki medeniyet arasında çok ciddi etkileşimler görülmemiştir.
15. Yüzyılın ikinci yarısından sonra Avrupa’da önemli gelişmeler yaşanır:
Osmanlı Devleti’nin yeni Avrupa karşısında gerileyişi ise 16. yüzyıl sonlarında başlar. Avrupa’da bu gelişmeler yaşanırken Osmanlı Devleti’nin ilerlemesinin durmasıyla birlikte Osmanlı ile Avrupa’nın askerlik teknolojisi bakımından ne kadar farklı noktalarda olduğu da açıkça görülmeye başlanır.
Avrupa’daki teknik ve bilimsel gelişmelerin tüm dünyaya yayılması, toprak kaybetmeye başlayan ve eski gücünü yitirme tehdidiyle karşı karşıya kalan Osmanlı Devleti’ni de derinden etkiler. Avrupalıların ucuza aldıkları hammaddeleri işleyerek yeniden Osmanlı’ya satmaları ve Avrupalı tüccarların yalnızca İstanbul’da değil, Anadolu’da da faaliyet göstermeye başlamaları nedeniyle Avrupa’nın ilerleyişinin ekonomik alanda da Osmanlı devleti üzerinde olumsuz etkileri ortaya çıkar. 1699’da imzalanan Karlofça Antlaşması Osmanlı Devleti’nin Avrupa ile ilişkilerinde dönüm noktası niteliğindedir. Karlofça ile:
Karlofça ve Pasarofça antlaşmalarından sonra Avrupa ile daha yakın ilişkiler kurma gerekliliği ortaya çıkar. Toprak kayıpları nedeniyle Avrupa’yla ilişkileri geliştirmeye ve ıslahatlar yapılmasına yönelik çözüm önerileri getirilir. 17. yüzyılda Osmanlı’nın bilim ve teknoloji, özellikle askerlik teknolojisi alanında Avrupa’nın gerisinde kaldığı görülür. 18. yüzyılın başlarında Rönesans’ın inşa ettiği değişiklikleri algılayan, coğrafi keşifler sayesinde üretim imkânlarını genişleten, skolastik düşüncenin ve feodal sistemin sınırladığı çerçevelerden çıkarak yeni ve gelişmiş hayat şekilleri yaratmaya başlayan bir Avrupa karşısında ilmî hayatı durmuş, iktisadi düzeni ve üretim güçleri savaşlar, isyanlar ve kargaşalıklarla altüst olmuş bir Osmanlı İmparatorluğu mevcuttur. Bu çözülme sürecinde Avrupa’yı yakından incelemek, oradaki bilimsel gelişmeleri ve özellikle sosyo-kültürel hayatı takip etmek arzusu Lale Devri olarak bilinen 1718-1730 yılları arasında iyice belirginleşir. 18. yüzyıla kadar daha çok askeri ilişkiler içinde bulunan Avrupa ve Osmanlı Lale Devri ile birlikte sosyo-kültürel alanda da birbirlerini tanıma ihtiyacı duyar. Bu dönemde Osmanlı Devleti’nde genel bir barış ve huzur havası belirir, ilmi ve sanatsal faaliyetlere ağırlık verilir, fikir hayatının yükselmesi, gelişmesi için gayret sarf edilir. Bu siyaseti teşvik eden ve yönlendiren III. Ahmet’in veziri Nevşehirli İbrahim Paşa’dır. Bu dönemde yaşanan gelişmeler şöyle özetlenebilir:
Bu dönemde İmparatorluğun Avrupa ile ilişkilerinin sınırlarının tayin edilmesi ve devlet politikasının nasıl belirleneceği konusunda farklı görüşler ileri sürülür. Bu görüşlerin bir kısmı kültürel dokuyu ve geleneksel yapıyı muhafaza ederek Avrupa’nın sadece askerî ve teknik gücünün alınması gerektiğini savunur. Ancak özellikle Lale Devri’nde Avrupa ile ilişkiler sadece siyasi ya da iktisadi değil özellikle sosyo-kültürel olarak da gelişmeye başlar. Avrupa kültürüne ve modasına ait unsurlar, mimariden mobilyaya, dekorasyondan giyim kuşama kadar Osmanlı sınırlarına girmeye başladığı gibi Avrupa’yı her yönüyle tanıma çabaları âdeta devlet politikası haline gelir:
Diğer taraftan, Lale Devri’ndeki bu renkli yaşantı Avrupa’da -özellikle Fransa’da- Osmanlıların sosyokültürel yapısını merak eden bir hayran kitlesi oluşturur, Türk motiflerine ve kültürüne karşı bir merak uyandırır. Avrupa’da kadın modasından müziğe, edebiyattan görsel sanatlara kadar pek çok alanda bir Türk modası ortaya çıkar. Operalarda, bale gibi gösteri sanatlarında Türk karakterleri ve melodileri kullanılmaya başlanır.
Orduyu düzenlemenin zorunlu hale gelmesiyle Avrupa’dan özellikle askerî alanda istifade etme yolları da aranır. XV. Louis ile anlaşamadığı için Avusturya’ya sığınan, sonraki süreçte İstanbul’a gelen ve Müslüman olduktan sonra (Humbaracı) Ahmet adını alan Comte de Bonneval’ın idaresi altında topçu sınıfının ıslahı için bazı çalışmalar yapılır. 1734’te Hendesehane’nin açılması ile Avrupa’daki teknik bilgiler Osmanlı İmparatorluğu’na girmeye başlar. Avrupa kaynakları referans alınarak bazı askerî, tıbbi ve tarihî çalışmalar yapılır. Ruslar ve Avusturyalılara yapılan seferler sırasında diplomatik ilişkilerin artması ve Humbaracı Ahmet Paşa’nın bir çeşit müşavir gibi İstanbul’da bulunması da Osmanlı Devleti’ni 1730-1754 yılları arasında Avrupa’ya özellikle Fransa’ya yaklaştırır. III. Mustafa devrinde de (1757- 1774) ordunun Avrupai usulde yenileşmesi çabalarına devam edilir. O döneme kadar ordunun Batı düzenine göre ıslahı bazı dağınık teşebbüslerle sınırlı olmasına karşın bu dönemde ordunun Avrupai tarzda düzenlenmesi esaslı ve ciddi bir mesele olarak ele alınır. 1764’te Prusya’ya gönderilen Ahmet Resmi Efendi, dönüşte sunduğu sefaretnamesinde, askerî ve iktisadi alana önem verilmesi gerektiğini vurgular. III. Mustafa’nın son zamanları ile I. Abdülhamit’in padişahlığının ilk yıllarında görev yapan Macar asıllı Baron de Tott’un Mühendishane’de verdiği dersler, Avrupa ilim ve tekniğiyle ilk ciddi temas niteliğindedir. Baron de Tot, Avrupai tarzda ilk mühendishanenin kurulmasında önemli rol oynar, yeni mühendis ve topçular birliğinin oluşturulmasına yardım eder ve dökümhaneyi yeniden düzenler. Bununla birlikte doğrusal trigonometri gibi bazı derslerin sorumluluğunu bizzat üzerine alır. III. Mustafa devrinde sadece askerî alanda değil tıp ve astronomi alanında da Avrupa’dan istifade edilmeye çalışılmıştır. III. Mustafa Paris’ten astronomi kitapları getirtir, pek çok tıp kitabını tercüme ettirir. III. Mustafa döneminde Viyana tababet mektebi ile ilişkiler kurulur ve bazı gençler de buraya tahsil için gönderilirler.
Fransa’da ihtilal gerçekleşirken tahta çıkan III. Selim, yönünü Avrupa’ya çevirir ve devleti bu doğrultuda yeniden yapılandırmak için stratejiler geliştirir. Onun zamanına kadar Osmanlı devlet adamlarında Avrupa’yı küçümseme ve ciddiye almama anlayışı söz konusudur, Osmanlı İmparatorluğu’nun hiçbir yabancı ülkede kalıcı diplomatik temsilcisi yoktur, sadece geçici elçiler görevlendirilmiştir. Avrupa ülkeleri hakkında güvenilir bilgi edinmek ve bu ülkelerdeki yerleşik uygulamalarla aynı mesafeye gelmek amacıyla III. Selim tarafından 1792’de belli başlı Avrupa şehirlerinde daimi Osmanlı elçilikleri açma kararı alınır. Bu elçiliklerin ilki 1793’te Londra’da kurulur ve Yusuf Agâh Efendi elçilik göreviyle Londra’ya gider. Ardından Viyana, Berlin ve Paris’te de elçilikler kurulur. Avrupa ile doğrudan doğruya temas anlamına gelen bu teşebbüs, aynı zamanda Avrupa’yı görmüş devlet adamları yetiştirme yönünde atılan adımlardır. Tanzimat’tan önce III. Selim’e kadar yapılan yenileşmeler genel olarak iç siyasetle ilgilidir. III. Selim, Osmanlı Devleti’nin, Avrupa’nın siyaset yöntemlerine ihtiyacı olduğunu görür ve Osmanlı siyasetini kendine yeterlik anlayışından kurtarmaya çalışır.
III. Selim’in de Avrupa’ya gönderdiği elçiler, sefaretnamelerinde gözlemlerini dile getirdikleri gibi kimi zaman sundukları raporlarla bazı çözüm önerilerinde de bulunurlar. Örneğin III. Selim özel temsilcisi olarak Avrupa’da temaslarda bulunan Ebubekir Ratip Efendi padişaha bir rapor sunar. Ebubekir Ratip Efendi’nin Avusturya’nın askerî ve sivil idaresi hakkında verdiği bilgiler özellikle şu noktalarda toplanır: a) eğitimli ve disiplinli ordu b) düzenli bir maliye c) namuslu, dürüst ve eğitimli memurlar d) ekonomik güvenlik ve müreffeh bir hayat.
III. Selim tıpkı 17. ve 18. yüzyıl Avrupa’sında olduğu gibi çağdaş tekniklerle donatılmış düzenli, disiplinli ve güçlü bir ordu kurmak, bu ordu aracılığıyla ülkede mutlak bir güç sağlamak ve tasarladığı siyasi ve sosyal düzen tedbirlerini hayata geçirmek arzusundadır. Bu arzuyu yansıtan Nizam-ı Cedit, Avrupai metotlarla uygulanmaya çalışılan askerî, iktisadi, politik ve adli değişiklikleri içeren bir yenilik programı niteliğindedir. Nizam-ı Cedit ile:
Osmanlı Devleti içinde III. Selim’in Nizam-ı Cedit programına karşı yaklaşım iki şekilde olur. Âlimlerden bazıları ile devlet hizmetinde bulunan aydın bir zümre Avrupa medeniyetinin ileri ve üstün bir medeniyet haline geldiğine inanırlar. Ancak âlimlerin çoğunluğu Nizam-ı Cedit’e düşmandır. Nizam-ı Cedit, eski askerlik anlayışının da devam etmesinden dolayı tam olarak Batılılaşma hareketi sayılmaz. Nitekim bir tarafta Batılı bir dünya görüşüne göre eğitimli ve düzenli ordu kurulurken bir taraftan da geleneksel zihniyetin bir devamı olan yeniçeri ordusu devam etmektedir.
Bu dönemde Fransız etkisi artarak devam eder. 1794’te İstanbul’daki Fransa büyükelçiliğinde kurulan Fransızca basım yapan matbaayla Fransız Devrimi’ni ve devrimin yenilikçi fikirlerini, basın ve yayın yoluyla ülke dışında yaşayan Fransızlara duyurma amacı taşınır. Bu matbaada basılan gazeteler, Osmanlı aydınlarına gazetecilik hakkında fikir verdikleri gibi gazetecilik kültürünün oluşmasında da etkili olmuşlardır. Bu dönemde görevlendirilen Fransız elçilerine de iki önemli görev verilir: 1) Birincisi Fransa’daki devrim hükûmetini Osmanlı Devleti’ne resmen tanıtmak, 2) Osmanlıları dost olarak Fransa’nın yanında Rusya’ya karşı savaşa sokmak. Ancak hiçbir Avrupa Devleti’nin henüz Fransa’nın devrim hükûmetini tanımadığı bir süreçte Osmanlı Devleti de temkinli davranır. Bununla birlikte, devrin modasına uyarak eski sanatlara düşkün olan elçilerin yanında çalışan ressam, mimar, arkeolog, sanatçı, âlim ve devlet adamlarıyla irtibatta bulunan doktorlar, macera merakları yüzünden İstanbul’a gelen iş adamları ve seyyahlar, Fransız İhtilali nedeniyle gelen mülteciler aracılığıyla etkileşim ve ilişkiler gittikçe artar. Seçkin tabakanın gösterdiği ilgi sayesinde serbestleşen Avrupai hayat, yavaş yavaş Osmanlı halkının arasına bazı yabancı modaların girmesine zemin hazırlar. 18. yüzyılın sonlarına doğru devrin Dışişleri Bakanı Atıf Efendi’nin III. Selim’e sunduğu Muvâzene-i Politika (Denge Politikası) (1798) adlı raporda Voltaire ve Rousseau gibi düşünürlerden bahsedilmesi Avrupa’da yaşanan gelişmelerin sadece siyasi tarafının değil düşünsel tarafının da takip edildiğini gösterir.
Avrupa ile ilişkileri III. Selim’in bıraktığı yerden devam ettirme çabasında olan II. Mahmut’un çalışmaları, Tanzimat Fermanı’yla hız kazanan Batılılaşma hareketlerinin zeminini oluşturur. II. Mahmut dönemi, 1826 öncesi ve sonrası olmak üzere iki dönem olarak ele alınmaktadır. İlk dönemde devlet, içteki isyanlara müdahale edemez, 1822’de Yunanistan bağımsızlığını ilan eder. 1826 ile 1839 yılları arasında devlet kurumlarının Avrupai bir tarzda düzenlenmesine yönelik adımlar atılır. Ancak Navarin’de Osmanlı donanmasının yakılması ve olayın sorumluluğunun Türk kaptanlarına yükleyen açıklamalar nedeniyle Osmanlı Devleti ile İngiltere, Fransa ve Rusya arasındaki siyasi ilişkiler kesintiye uğrar. Ayrıca İngiltere, Fransa ve Rusya, Yunanistan’ın bağımsızlığını tanırlar. Bu gelişmeler karşısında II. Mahmut, askerî düzenlemelerde Avrupa’ya değil Prusya’ya yönelir. Ancak bu yöneliş, hem yüzeysel bir adım olduğu için hem de Prusya’dan gelen subayların başarısızlıkları yüzünden pek etkili olmaz.
Bu tecrübenin olumlu sonuçlarından birisi, II. Mahmut’a askerliği sistemli ve sağlam temellere oturtacak yüksek eğitim veren modern okulların gerekliliği fikrini vermiş olmasıdır. Yeni ordunun doktor ihtiyacının karşılanması için Tıbbiye; subay ihtiyacını karşılamak için de Harbiye kurulur. İlk kez Avrupa’ya öğrenci gönderilir. Bu dönemde Avrupa ile ilişkilerde ve Batılılaşma teşebbüslerinde eğitim alanındaki çalışmalar dikkat çekicidir. Cerrahhane ve ardından Tıbbiye kurulur, Avrupalı hocalardan istifade edilir.
II. Mahmut döneminde Avrupa’dan ülkeye gelecekler için pasaport uygulamasına geçilir ve ülke dışına gidecekler için diğer devletlerde olduğu gibi hariciye nezaretinden (dış işleri bakanlığından) pasaport alınması şart koşulur.
II. Mahmut döneminde de Avrupa ile yoğun ticari ilişkiler söz konusudur. Bu sırada Osmanlı İmparatorluğu pazarlarında Avrupa malları yoğun bir şekilde yayılmaya başlar.
II. Mahmut, 1834-1836 yılları arasında III. Selim’in tahttan indirilmesinden sonra boş kalan Londra, Paris ve Viyana’daki elçiliklerini de kalıcı olarak yeniden faaliyete geçirir. Genç diplomatlar ve tercümanlar, Avrupa medeniyetini doğrudan tecrübe etme fırsatı bulurlar. Tanzimat’ın üç etkili ismi olan Mustafa Reşit Paşa, Âli Paşa ve Fuat Paşa da Avrupa’da görev yapmışlardır. Özellikle Mustafa Reşit Paşa Avrupa’da Türkler aleyhine oluşan yargıları ve yanlış kanaatleri değiştirme fikri üzerinde durur ve bu konuda adımlar atar. Mustafa Sami Efendi ise Avrupa’daki ilerlemenin temel sebebinin ise bilim ve aydınlanma olduğunu vurgular. Ona göre, Osmanlı Devleti’nde de bilimlerin gelişmesine yeteri kadar destek verilirse ilerleme için Avrupa’ya ihtiyaç duyulmayacaktır. Benzer şekilde Mustafa Sami Efendi ve Sadık Rıfat Paşa da Avrupa’da bilim ve eğitime verilen önemi, din özgürlüğünü, idari yapıdaki düzeni ve müreffeh yaşam tarzını vurgularlar.
II. Mahmut döneminde Avrupa ile ilişkiler neticesinde ortaya çıkan reform hareketlerinden biri 1831 yılında Türkçe ve Fransızca olarak yayımlanmaya başlayan Osmanlı resmî gazetesi Takvim-i Vekayi’dir. Bu dönemde Takvim-i Vekayi ile birlikte Le Moniteur gazetesi Osmanlı’nın Avrupa politikasını etkiler. Le Moniteur, elçilikler için âdeta temel kaynak haline gelir.
II. Mahmut’un Avrupa kültürüne ve diplomasisine verdiği önem, yeni memur tipine (Fransızca konuşma koşulu, giyimde değişiklikler, vb.) ve hem padişahın hem de toplumun gündelik hayatına yansır.
II. Mahmut’un oğlu Sultan Abdülmecit, Osmanlı’nın gerilemesinin durdurulması için ilkokuldan üniversiteye kadar Avrupai bir eğitim sistemiyle desteklenmesi gerektiği düşüncesindedir. Sultan Abdülmecit döneminde Bâb-ı Âli’deki Tercüme Odası sayesinde aydınlar arasında Fransızca yaygın bir dil haline gelir; Fransız kültürü ve edebiyatı yoğun bir ilgi görmeye başlar. Fransız edebiyatına gösterilen ilgi Tanzimat aydınlarının edebî kültürlerini ve düşünce yapılarını etkiler. Tanzimat Döneminde Avrupa ile ilmî ve kültürel anlamda daha ilişki kurulur.
Osmanlı Devleti için radikal bir devrim niteliğinde olan Tanzimat Fermanı siyasi, ekonomik, adli ve kültürel düzenlemeleriyle bir zihniyet değiştirme projesidir. Devletin içinde bulunduğu durumdan dolayı Avrupa kamuoyunu kazanmak gerektiğini düşünen Mustafa Reşit Paşa, II. Mahmut’un ölümünden kısa bir süre önce hazırlanan Tanzimat-ı Hayriye esaslarını Abdülmecit’e sunar ve ilan edilmesini sağlar. Tanzimat’tan önce Doğu’nun düşünce sisteminden ayrılmayarak Avrupa’dan sadece birtakım örnekler alınmıştır. Tanzimat’la birlikte Osmanlı Devleti, dış siyasette kendi kendine yetemeyeceği düşüncesinden hareket eder ve Avrupa devletlerinden özellikle Fransa ve İngiltere’nin dostluğunu kazanmak için çaba harcanır. Tanzimat’ın özellikleri şöyle özetlenebilir:
Bu ünitede yükselme döneminden Tanzimat yıllarına kadar Osmanlı-Avrupa ilişkilerinin siyasi ve kültürel boyutları ele alınmaktadır.
Yükselme dönemine kadar büyük ölçüde savaşlar ve antlaşmalar ile sınırlı olan Osmanlı-Avrupa ilişkileri, bu dönemden itibaren sosyo-kültürel ve ticari bağlantıları da içermeye başlamıştır. İstanbul’un fethi ile birlikte Osmanlı-Avrupa ilişkileri hem askeri hem politik hem de ticari anlamda yeni bir boyut kazanır. Fetih öncesinde de askerlik tekniği ve silah konusunda Osmanlı uzun bir süre Avrupa’dan yararlanmıştır. Fetih sonrasında, özellikle 18. yüzyılda İstanbul’da faaliyetlerini devam ettiren elçiler Osmanlı’da sanatı, kültürü ve sosyal hayatı az da olsa etkilemişlerdir. Yükselme döneminde Osmanlı devlet adamları Grek bilim ve felsefesiyle bilinçli olarak ilgilenmişlerdir. Fatih Sultan Mehmet çabalarıyla Batı ile Doğu’nun dengesini kurduğu gibi Türk kültürünü kurumlarıyla birlikte Batı’ya açma yolunda bazı adımlar atar. Osmanlı Devleti’nin Avrupa ile ticari ve kültürel ilişkilerinde, devletin bünyesinde varlığını devam ettiren Avrupalıların ve diğer gayrimüslimlerin az da olsa etkileri görülür.
Fatih döneminde başlayan sosyal ve kültürel ilişkilerin geliştirilmesine yönelik çabalar II. Bayezit döneminde de devam eder. Ancak II. Bayezit döneminde Avrupa ile ilişkilere bakıldığında dış politikada en büyük hareketliliğin Venedik’le olan ilişkilerde yaşandığı görülmektedir. Bu dönemde Venedik’le yaşanan bazı anlaşmazlıklar neticesinde Sultan Bayezit, Türk limanlarını Venedik ticaretine kapatır.
Osmanlı İmparatorluğu’nun Avrupa ile kültürel ilişkilerinde savaşların ve savaşlar sonucunda imzalanan antlaşmaların etkisi de önemlidir. Savaşlarda sonucu elde edilen hazineler ve heykeller İstanbul’a getirilir. Avrupa’nın eski krallarının tarihine ilgi duyan, aynı zamanda kendi çağdaşı olan hanedanları da tanımaya çalışan İbrahim Paşa, Avrupalı sanatçılarla temaslar kurar, bazı sanat eserlerini sipariş eder, Habsburg elçileriyle yaptığı görüşmelerde Avrupa’daki gelişmelerden haberdar olduğunu hissettirir.
Osmanlı Devleti hakimiyetinin kabul edildiği yükselme çağında Osmanlılar yararlı gördükleri teknikleri Avrupa’dan alıp uygulamışlardır. Avrupa icadı toplar kullanılmış, tersanecilikte Venedik örnek alınmıştır. Ünlü Osmanlı haritacısı Piri Reis, Avrupa haritaları ve coğrafya kitaplarını kullanmıştır. Osmanlı bilim adamları da Avrupa’nın coğrafyası, tarihi ve tıbbi gelişmeleriyle ilgili araştırma yapmışlardır. Osmanlı Devleti’nin Avrupa kültürüne aşina olmasında Avrupalı elçilerin etkisi de görülür.
18. yüzyıla kadar Osmanlı Devleti’nin Avrupa ile ilişkileri, siyasi olaylar ve savaşlar dışında, iki medeniyet arasındaki ekonomik ilişkilerin sınırlarını pek geçmez ve genellikle ülkeye gelen ya da Osmanlı sınırları içinde yaşayan Avrupalılar ile elçiler tarafından idare edilir. Ancak bu ilişkilere rağmen fikir, sanat ve kültür alanında iki medeniyet arasında çok ciddi etkileşimler görülmemiştir.
15. Yüzyılın ikinci yarısından sonra Avrupa’da önemli gelişmeler yaşanır:
Osmanlı Devleti’nin yeni Avrupa karşısında gerileyişi ise 16. yüzyıl sonlarında başlar. Avrupa’da bu gelişmeler yaşanırken Osmanlı Devleti’nin ilerlemesinin durmasıyla birlikte Osmanlı ile Avrupa’nın askerlik teknolojisi bakımından ne kadar farklı noktalarda olduğu da açıkça görülmeye başlanır.
Avrupa’daki teknik ve bilimsel gelişmelerin tüm dünyaya yayılması, toprak kaybetmeye başlayan ve eski gücünü yitirme tehdidiyle karşı karşıya kalan Osmanlı Devleti’ni de derinden etkiler. Avrupalıların ucuza aldıkları hammaddeleri işleyerek yeniden Osmanlı’ya satmaları ve Avrupalı tüccarların yalnızca İstanbul’da değil, Anadolu’da da faaliyet göstermeye başlamaları nedeniyle Avrupa’nın ilerleyişinin ekonomik alanda da Osmanlı devleti üzerinde olumsuz etkileri ortaya çıkar. 1699’da imzalanan Karlofça Antlaşması Osmanlı Devleti’nin Avrupa ile ilişkilerinde dönüm noktası niteliğindedir. Karlofça ile:
Karlofça ve Pasarofça antlaşmalarından sonra Avrupa ile daha yakın ilişkiler kurma gerekliliği ortaya çıkar. Toprak kayıpları nedeniyle Avrupa’yla ilişkileri geliştirmeye ve ıslahatlar yapılmasına yönelik çözüm önerileri getirilir. 17. yüzyılda Osmanlı’nın bilim ve teknoloji, özellikle askerlik teknolojisi alanında Avrupa’nın gerisinde kaldığı görülür. 18. yüzyılın başlarında Rönesans’ın inşa ettiği değişiklikleri algılayan, coğrafi keşifler sayesinde üretim imkânlarını genişleten, skolastik düşüncenin ve feodal sistemin sınırladığı çerçevelerden çıkarak yeni ve gelişmiş hayat şekilleri yaratmaya başlayan bir Avrupa karşısında ilmî hayatı durmuş, iktisadi düzeni ve üretim güçleri savaşlar, isyanlar ve kargaşalıklarla altüst olmuş bir Osmanlı İmparatorluğu mevcuttur. Bu çözülme sürecinde Avrupa’yı yakından incelemek, oradaki bilimsel gelişmeleri ve özellikle sosyo-kültürel hayatı takip etmek arzusu Lale Devri olarak bilinen 1718-1730 yılları arasında iyice belirginleşir. 18. yüzyıla kadar daha çok askeri ilişkiler içinde bulunan Avrupa ve Osmanlı Lale Devri ile birlikte sosyo-kültürel alanda da birbirlerini tanıma ihtiyacı duyar. Bu dönemde Osmanlı Devleti’nde genel bir barış ve huzur havası belirir, ilmi ve sanatsal faaliyetlere ağırlık verilir, fikir hayatının yükselmesi, gelişmesi için gayret sarf edilir. Bu siyaseti teşvik eden ve yönlendiren III. Ahmet’in veziri Nevşehirli İbrahim Paşa’dır. Bu dönemde yaşanan gelişmeler şöyle özetlenebilir:
Bu dönemde İmparatorluğun Avrupa ile ilişkilerinin sınırlarının tayin edilmesi ve devlet politikasının nasıl belirleneceği konusunda farklı görüşler ileri sürülür. Bu görüşlerin bir kısmı kültürel dokuyu ve geleneksel yapıyı muhafaza ederek Avrupa’nın sadece askerî ve teknik gücünün alınması gerektiğini savunur. Ancak özellikle Lale Devri’nde Avrupa ile ilişkiler sadece siyasi ya da iktisadi değil özellikle sosyo-kültürel olarak da gelişmeye başlar. Avrupa kültürüne ve modasına ait unsurlar, mimariden mobilyaya, dekorasyondan giyim kuşama kadar Osmanlı sınırlarına girmeye başladığı gibi Avrupa’yı her yönüyle tanıma çabaları âdeta devlet politikası haline gelir:
Diğer taraftan, Lale Devri’ndeki bu renkli yaşantı Avrupa’da -özellikle Fransa’da- Osmanlıların sosyokültürel yapısını merak eden bir hayran kitlesi oluşturur, Türk motiflerine ve kültürüne karşı bir merak uyandırır. Avrupa’da kadın modasından müziğe, edebiyattan görsel sanatlara kadar pek çok alanda bir Türk modası ortaya çıkar. Operalarda, bale gibi gösteri sanatlarında Türk karakterleri ve melodileri kullanılmaya başlanır.
Orduyu düzenlemenin zorunlu hale gelmesiyle Avrupa’dan özellikle askerî alanda istifade etme yolları da aranır. XV. Louis ile anlaşamadığı için Avusturya’ya sığınan, sonraki süreçte İstanbul’a gelen ve Müslüman olduktan sonra (Humbaracı) Ahmet adını alan Comte de Bonneval’ın idaresi altında topçu sınıfının ıslahı için bazı çalışmalar yapılır. 1734’te Hendesehane’nin açılması ile Avrupa’daki teknik bilgiler Osmanlı İmparatorluğu’na girmeye başlar. Avrupa kaynakları referans alınarak bazı askerî, tıbbi ve tarihî çalışmalar yapılır. Ruslar ve Avusturyalılara yapılan seferler sırasında diplomatik ilişkilerin artması ve Humbaracı Ahmet Paşa’nın bir çeşit müşavir gibi İstanbul’da bulunması da Osmanlı Devleti’ni 1730-1754 yılları arasında Avrupa’ya özellikle Fransa’ya yaklaştırır. III. Mustafa devrinde de (1757- 1774) ordunun Avrupai usulde yenileşmesi çabalarına devam edilir. O döneme kadar ordunun Batı düzenine göre ıslahı bazı dağınık teşebbüslerle sınırlı olmasına karşın bu dönemde ordunun Avrupai tarzda düzenlenmesi esaslı ve ciddi bir mesele olarak ele alınır. 1764’te Prusya’ya gönderilen Ahmet Resmi Efendi, dönüşte sunduğu sefaretnamesinde, askerî ve iktisadi alana önem verilmesi gerektiğini vurgular. III. Mustafa’nın son zamanları ile I. Abdülhamit’in padişahlığının ilk yıllarında görev yapan Macar asıllı Baron de Tott’un Mühendishane’de verdiği dersler, Avrupa ilim ve tekniğiyle ilk ciddi temas niteliğindedir. Baron de Tot, Avrupai tarzda ilk mühendishanenin kurulmasında önemli rol oynar, yeni mühendis ve topçular birliğinin oluşturulmasına yardım eder ve dökümhaneyi yeniden düzenler. Bununla birlikte doğrusal trigonometri gibi bazı derslerin sorumluluğunu bizzat üzerine alır. III. Mustafa devrinde sadece askerî alanda değil tıp ve astronomi alanında da Avrupa’dan istifade edilmeye çalışılmıştır. III. Mustafa Paris’ten astronomi kitapları getirtir, pek çok tıp kitabını tercüme ettirir. III. Mustafa döneminde Viyana tababet mektebi ile ilişkiler kurulur ve bazı gençler de buraya tahsil için gönderilirler.
Fransa’da ihtilal gerçekleşirken tahta çıkan III. Selim, yönünü Avrupa’ya çevirir ve devleti bu doğrultuda yeniden yapılandırmak için stratejiler geliştirir. Onun zamanına kadar Osmanlı devlet adamlarında Avrupa’yı küçümseme ve ciddiye almama anlayışı söz konusudur, Osmanlı İmparatorluğu’nun hiçbir yabancı ülkede kalıcı diplomatik temsilcisi yoktur, sadece geçici elçiler görevlendirilmiştir. Avrupa ülkeleri hakkında güvenilir bilgi edinmek ve bu ülkelerdeki yerleşik uygulamalarla aynı mesafeye gelmek amacıyla III. Selim tarafından 1792’de belli başlı Avrupa şehirlerinde daimi Osmanlı elçilikleri açma kararı alınır. Bu elçiliklerin ilki 1793’te Londra’da kurulur ve Yusuf Agâh Efendi elçilik göreviyle Londra’ya gider. Ardından Viyana, Berlin ve Paris’te de elçilikler kurulur. Avrupa ile doğrudan doğruya temas anlamına gelen bu teşebbüs, aynı zamanda Avrupa’yı görmüş devlet adamları yetiştirme yönünde atılan adımlardır. Tanzimat’tan önce III. Selim’e kadar yapılan yenileşmeler genel olarak iç siyasetle ilgilidir. III. Selim, Osmanlı Devleti’nin, Avrupa’nın siyaset yöntemlerine ihtiyacı olduğunu görür ve Osmanlı siyasetini kendine yeterlik anlayışından kurtarmaya çalışır.
III. Selim’in de Avrupa’ya gönderdiği elçiler, sefaretnamelerinde gözlemlerini dile getirdikleri gibi kimi zaman sundukları raporlarla bazı çözüm önerilerinde de bulunurlar. Örneğin III. Selim özel temsilcisi olarak Avrupa’da temaslarda bulunan Ebubekir Ratip Efendi padişaha bir rapor sunar. Ebubekir Ratip Efendi’nin Avusturya’nın askerî ve sivil idaresi hakkında verdiği bilgiler özellikle şu noktalarda toplanır: a) eğitimli ve disiplinli ordu b) düzenli bir maliye c) namuslu, dürüst ve eğitimli memurlar d) ekonomik güvenlik ve müreffeh bir hayat.
III. Selim tıpkı 17. ve 18. yüzyıl Avrupa’sında olduğu gibi çağdaş tekniklerle donatılmış düzenli, disiplinli ve güçlü bir ordu kurmak, bu ordu aracılığıyla ülkede mutlak bir güç sağlamak ve tasarladığı siyasi ve sosyal düzen tedbirlerini hayata geçirmek arzusundadır. Bu arzuyu yansıtan Nizam-ı Cedit, Avrupai metotlarla uygulanmaya çalışılan askerî, iktisadi, politik ve adli değişiklikleri içeren bir yenilik programı niteliğindedir. Nizam-ı Cedit ile:
Osmanlı Devleti içinde III. Selim’in Nizam-ı Cedit programına karşı yaklaşım iki şekilde olur. Âlimlerden bazıları ile devlet hizmetinde bulunan aydın bir zümre Avrupa medeniyetinin ileri ve üstün bir medeniyet haline geldiğine inanırlar. Ancak âlimlerin çoğunluğu Nizam-ı Cedit’e düşmandır. Nizam-ı Cedit, eski askerlik anlayışının da devam etmesinden dolayı tam olarak Batılılaşma hareketi sayılmaz. Nitekim bir tarafta Batılı bir dünya görüşüne göre eğitimli ve düzenli ordu kurulurken bir taraftan da geleneksel zihniyetin bir devamı olan yeniçeri ordusu devam etmektedir.
Bu dönemde Fransız etkisi artarak devam eder. 1794’te İstanbul’daki Fransa büyükelçiliğinde kurulan Fransızca basım yapan matbaayla Fransız Devrimi’ni ve devrimin yenilikçi fikirlerini, basın ve yayın yoluyla ülke dışında yaşayan Fransızlara duyurma amacı taşınır. Bu matbaada basılan gazeteler, Osmanlı aydınlarına gazetecilik hakkında fikir verdikleri gibi gazetecilik kültürünün oluşmasında da etkili olmuşlardır. Bu dönemde görevlendirilen Fransız elçilerine de iki önemli görev verilir: 1) Birincisi Fransa’daki devrim hükûmetini Osmanlı Devleti’ne resmen tanıtmak, 2) Osmanlıları dost olarak Fransa’nın yanında Rusya’ya karşı savaşa sokmak. Ancak hiçbir Avrupa Devleti’nin henüz Fransa’nın devrim hükûmetini tanımadığı bir süreçte Osmanlı Devleti de temkinli davranır. Bununla birlikte, devrin modasına uyarak eski sanatlara düşkün olan elçilerin yanında çalışan ressam, mimar, arkeolog, sanatçı, âlim ve devlet adamlarıyla irtibatta bulunan doktorlar, macera merakları yüzünden İstanbul’a gelen iş adamları ve seyyahlar, Fransız İhtilali nedeniyle gelen mülteciler aracılığıyla etkileşim ve ilişkiler gittikçe artar. Seçkin tabakanın gösterdiği ilgi sayesinde serbestleşen Avrupai hayat, yavaş yavaş Osmanlı halkının arasına bazı yabancı modaların girmesine zemin hazırlar. 18. yüzyılın sonlarına doğru devrin Dışişleri Bakanı Atıf Efendi’nin III. Selim’e sunduğu Muvâzene-i Politika (Denge Politikası) (1798) adlı raporda Voltaire ve Rousseau gibi düşünürlerden bahsedilmesi Avrupa’da yaşanan gelişmelerin sadece siyasi tarafının değil düşünsel tarafının da takip edildiğini gösterir.
Avrupa ile ilişkileri III. Selim’in bıraktığı yerden devam ettirme çabasında olan II. Mahmut’un çalışmaları, Tanzimat Fermanı’yla hız kazanan Batılılaşma hareketlerinin zeminini oluşturur. II. Mahmut dönemi, 1826 öncesi ve sonrası olmak üzere iki dönem olarak ele alınmaktadır. İlk dönemde devlet, içteki isyanlara müdahale edemez, 1822’de Yunanistan bağımsızlığını ilan eder. 1826 ile 1839 yılları arasında devlet kurumlarının Avrupai bir tarzda düzenlenmesine yönelik adımlar atılır. Ancak Navarin’de Osmanlı donanmasının yakılması ve olayın sorumluluğunun Türk kaptanlarına yükleyen açıklamalar nedeniyle Osmanlı Devleti ile İngiltere, Fransa ve Rusya arasındaki siyasi ilişkiler kesintiye uğrar. Ayrıca İngiltere, Fransa ve Rusya, Yunanistan’ın bağımsızlığını tanırlar. Bu gelişmeler karşısında II. Mahmut, askerî düzenlemelerde Avrupa’ya değil Prusya’ya yönelir. Ancak bu yöneliş, hem yüzeysel bir adım olduğu için hem de Prusya’dan gelen subayların başarısızlıkları yüzünden pek etkili olmaz.
Bu tecrübenin olumlu sonuçlarından birisi, II. Mahmut’a askerliği sistemli ve sağlam temellere oturtacak yüksek eğitim veren modern okulların gerekliliği fikrini vermiş olmasıdır. Yeni ordunun doktor ihtiyacının karşılanması için Tıbbiye; subay ihtiyacını karşılamak için de Harbiye kurulur. İlk kez Avrupa’ya öğrenci gönderilir. Bu dönemde Avrupa ile ilişkilerde ve Batılılaşma teşebbüslerinde eğitim alanındaki çalışmalar dikkat çekicidir. Cerrahhane ve ardından Tıbbiye kurulur, Avrupalı hocalardan istifade edilir.
II. Mahmut döneminde Avrupa’dan ülkeye gelecekler için pasaport uygulamasına geçilir ve ülke dışına gidecekler için diğer devletlerde olduğu gibi hariciye nezaretinden (dış işleri bakanlığından) pasaport alınması şart koşulur.
II. Mahmut döneminde de Avrupa ile yoğun ticari ilişkiler söz konusudur. Bu sırada Osmanlı İmparatorluğu pazarlarında Avrupa malları yoğun bir şekilde yayılmaya başlar.
II. Mahmut, 1834-1836 yılları arasında III. Selim’in tahttan indirilmesinden sonra boş kalan Londra, Paris ve Viyana’daki elçiliklerini de kalıcı olarak yeniden faaliyete geçirir. Genç diplomatlar ve tercümanlar, Avrupa medeniyetini doğrudan tecrübe etme fırsatı bulurlar. Tanzimat’ın üç etkili ismi olan Mustafa Reşit Paşa, Âli Paşa ve Fuat Paşa da Avrupa’da görev yapmışlardır. Özellikle Mustafa Reşit Paşa Avrupa’da Türkler aleyhine oluşan yargıları ve yanlış kanaatleri değiştirme fikri üzerinde durur ve bu konuda adımlar atar. Mustafa Sami Efendi ise Avrupa’daki ilerlemenin temel sebebinin ise bilim ve aydınlanma olduğunu vurgular. Ona göre, Osmanlı Devleti’nde de bilimlerin gelişmesine yeteri kadar destek verilirse ilerleme için Avrupa’ya ihtiyaç duyulmayacaktır. Benzer şekilde Mustafa Sami Efendi ve Sadık Rıfat Paşa da Avrupa’da bilim ve eğitime verilen önemi, din özgürlüğünü, idari yapıdaki düzeni ve müreffeh yaşam tarzını vurgularlar.
II. Mahmut döneminde Avrupa ile ilişkiler neticesinde ortaya çıkan reform hareketlerinden biri 1831 yılında Türkçe ve Fransızca olarak yayımlanmaya başlayan Osmanlı resmî gazetesi Takvim-i Vekayi’dir. Bu dönemde Takvim-i Vekayi ile birlikte Le Moniteur gazetesi Osmanlı’nın Avrupa politikasını etkiler. Le Moniteur, elçilikler için âdeta temel kaynak haline gelir.
II. Mahmut’un Avrupa kültürüne ve diplomasisine verdiği önem, yeni memur tipine (Fransızca konuşma koşulu, giyimde değişiklikler, vb.) ve hem padişahın hem de toplumun gündelik hayatına yansır.
II. Mahmut’un oğlu Sultan Abdülmecit, Osmanlı’nın gerilemesinin durdurulması için ilkokuldan üniversiteye kadar Avrupai bir eğitim sistemiyle desteklenmesi gerektiği düşüncesindedir. Sultan Abdülmecit döneminde Bâb-ı Âli’deki Tercüme Odası sayesinde aydınlar arasında Fransızca yaygın bir dil haline gelir; Fransız kültürü ve edebiyatı yoğun bir ilgi görmeye başlar. Fransız edebiyatına gösterilen ilgi Tanzimat aydınlarının edebî kültürlerini ve düşünce yapılarını etkiler. Tanzimat Döneminde Avrupa ile ilmî ve kültürel anlamda daha ilişki kurulur.
Osmanlı Devleti için radikal bir devrim niteliğinde olan Tanzimat Fermanı siyasi, ekonomik, adli ve kültürel düzenlemeleriyle bir zihniyet değiştirme projesidir. Devletin içinde bulunduğu durumdan dolayı Avrupa kamuoyunu kazanmak gerektiğini düşünen Mustafa Reşit Paşa, II. Mahmut’un ölümünden kısa bir süre önce hazırlanan Tanzimat-ı Hayriye esaslarını Abdülmecit’e sunar ve ilan edilmesini sağlar. Tanzimat’tan önce Doğu’nun düşünce sisteminden ayrılmayarak Avrupa’dan sadece birtakım örnekler alınmıştır. Tanzimat’la birlikte Osmanlı Devleti, dış siyasette kendi kendine yetemeyeceği düşüncesinden hareket eder ve Avrupa devletlerinden özellikle Fransa ve İngiltere’nin dostluğunu kazanmak için çaba harcanır. Tanzimat’ın özellikleri şöyle özetlenebilir: