Zeki Akıl, Akıllı Zeka

Zekâ ve akıl arasındaki anlamsal karmaşa sadece bizim değil, batıdan doğuya uzanan bir çok başka dilin de en meşhur sorunlarından biri. Bu sorun da çoğunlukla zekâdan değil, daha çok kültürel, hatta bazen de mistik bir gönderme yapan akıl kavramından kaynaklanıyor. Yani bu konuya başlamadan önce mutlaka akıl ve zekâ farkını tüm yönleriyle belirlemek, şimdiye kadar yaptığımız tanımlamalarda oluşan boşlukları fark etmek gerekiyor.

Zekâ genellikle sorun çözme becerisi olarak tanımlansa da bu tanım insan göz önünde tutulduğunda son derece naif bir yaklaşım aslında. Tarihe bakıldığında insan zekâsı sorunları çözmesiyle değil, tam tersi, sorun çıkarmasıyla ünlü. Hatta denilebilir ki ortalama bir insan, yaşamı boyunca zekâsının yarısını yaptığı aptallıkları telafi etmek, diğer yarısını da yeni yeni aptallıklar yapmanın yollarını aramakta kullanır. Basit bir işlem becerisi olan zekânın insanın en önemli özelliği olarak görülmesi ise, genellikle korkudan kaynaklanan aptalca bir yanılgıdır.

Zekâ son derece pragmatik, kuru bir mühendislik aslında. Bu mühendisliğin en temel özelliği de yüksek olasılığı düşük olasılıktan ayırt etme becerisi. İşin içinde yaratıcılık, sezgi, muhakeme ya da doğru eğitim gibi yan destekler olmadığı sürece, zekâ hem tek boyutlu bir cisim kadar anlamsız hem de son derece tehlikelidir. Çünkü iyiliğin olduğu kadar kötülüğün de ana dinamiği tek başına kalmış zekâdır.

Akıl ise dünyanın birçok kültüründe zihinsel bir beceriden çok, sezgi ya da sağduyu gibi bir duygu durumu, daha doğrusu gerçeği sezinleme becerisi olarak algılanır. Yine matematiksel dille tarif edecek olursak, birçok durumda düşük ihtimalin yüksek ihtimalden çok daha değerli olabileceğini hissetme becerisi olarak görülür.

Örneklemek gerekirse, bir an için bir konuda karar vermek zorunda kaldığınızı farz edin. Mesela karşınıza biri çıkıyor ve aç olduğunu söyleyip sizden yardım istiyor. Emin olun böyle bir durumda devreye önce zekâ girer ve karşısındaki insanın tavrına, yaşına, kıyafetlerine, sesinin tınısına, hatta teninin rengine bakarak onun gerçekten yardıma ihtiyacı olup olmadığı konusunda bir dizi işlem yapıp doğruyu söyleme olasılığına sayısal bir değer atar. Ama hepimiz biliyoruz ki bugünkü dünyada o insanın samimiyetine vereceğimiz gerçeklik oranı çoğunlukla yüzde biri bile bulmayacaktır. Çünkü zekâ yalnızca gördüğünü bilir. Başka bir zihinsel beceri gerektiren, işin iç yüzünü sezinleme onun harcı değildir.

Böyle bir durumda aklın bize söylediği ise o yüzde birin en az geri kalan yüzde doksan dokuz kadar değerli olabileceği. Akıl için ne kandırılmak önemlidir ne de yanlış hesaplar yapmak. Onun için önemli olan, konulara en geniş pencereden bakmak; ne pahasına olursa olsun hep iyiden yana olmaktır, o kadar. Yaşamda birçok şeyin, ihtimallerin insafına bırakılmayacak kadar değerli olduğunu bilir. Akıl için hayat, zekânın ellerine terk edilmeyecek kadar kıymetlidir. Onun asıl işi de zekânın egemen olduğu endişelerden, korkulardan, hırstan, bencillikten, kıskançlıklardan insanı olabildiğince korumaktır. Zekânın bir refleks gibi çalışıp aklın ise insanı oturup düşünmeye, meseleleri kendi çemberi dışında görmeye itmesi, daha doğrusu insana büyük bir sistemin bir parçası olduğunu, bireysel mutluluğunun bile geriye kalan tüm dünyanın mutluluğuna bağlı olduğunu dayatıp durması bu yüzdendir. İnsanın ya da bir grup insanın bireysel çıkarları dışında hiçbir şeyi önemsemeyen zekânın toplumsal faydanın kıymetini çoğu zaman anlamamasının nedeni de budur. Bu anlamda da devrimci olan akıl, muhafazakâr olansa kesinlikle zekâdır.

Ama akıl bu kritik görevini zekâyı tamamen dışlayarak yapmaya kalkışırsa, karşımıza bizim gibi ülkelerde bolca rastlanan, bir zamanların kadim kültüründen geriye kalmış o tuhaf tortu çıkıyor. Zekâyla desteklenmemiş, kafası karışık ve gelişimden korkan eğreti bir akıl. Sonuç olarak da toplumsal hayatı berbat eden bir yığın çözülememiş sorun ve zorluk… Akıl en önemli görevi olan zekâyı önemsemeyi ve geliştirmeyi unuttuğunda, elinde ister istemez yönetecek sadece aptallıklar kalıyor. O akıl da en çok yoksul toplumlarda görülüyor.

Buna karşılık aklını kullanarak hareket ettiği zannedilen ama bunun tam aksi şekilde sırf soğuk bir zekâyla ayakta duran batı tarzı toplumların bazılarında oluşan resim birçok yönden daha da vahim. Bu anlamdaki akıldan hayli uzak olan bu medeniyetler çoğu zaman insan hayatına, hatta gezegenin yaşamına bile bir olasılık hesabı üzerinden bakıyorlar. Zekice davranma isteği bu tür kültürlere öylesine sirayet etmiş ki konu ister iklim olsun ister denizde boğulan bir göçmen çocuk, onlar için her şey yüksek ihtimallerin ekonomik kârlılığıyla ilgili. Eğer önlerindeki güncel sorun bir şekilde çözülüyorsa, akıl onlar için sadece ayak bağı. Toplumsal menfaatlerini tehdit eden yüksek bir olasılık varsa, geriye kalan küçük olasılığın içindeki kıyımlar, acılar, felaketler, yani her türlü anormallikler kolayca göz ardı edilebilecek birer sayısal değerdir, o kadar. Aslında tüm bunların nedeni de insanın, bilinmeze karşı usta olsa da bilinene karşı acemi olmasıdır .

Bize asıl gerekense, zeki akıllar ve akıllı zekalar.

Eğer bu yazı ilginizi çektiyse sıradaki yazımız sizin için geliyor: Sanat Ve Evrim