Sadece bir veya iki beyin eğitim seansı beynimizi değiştirebilir mi? Görünen o ki evet!
Nörobilim bizlere insanın kendi beynini şekillendirme konusunda muazzam bir güce sahip olduğunu bir çok çalışmayla ispatlamış durumda. Vücuttaki hislere odaklanılan farkındalık meditasyonunda, depresyon, anksiyete ve hatta bel ağrısı gibi belirtilerin belirgin oranda hafiflediği, düzenli olarak meditasyon yapan Budist rahiplerinin “zihin temizleme” diyebileceğimiz bir beceri açısından ortalama bir insandan çok daha üst düzeyde beceriklilik kazandığı bilimsel olarak kanıtlanmış ilginç gerçeklerden sadece bir kaçı. Bir başka deyişle, sinir ve beyin bilimleri bize bir insanın kendi zihni üzerindeki kontrol becerisinin zannettiğimizden çok daha üstün olduğunu gösteriyor.
Özellikle son zamanlarda sıkça duymaya başladığımız bir beyin bölgemiz var: İsmi muhtemelen hiç yabancı gelmeyecek olan “amigdala”.
Amigdala
, beynimizin alt katmanlarında bulunan badem şeklinde bir bölgedir. Duygusal hafıza ve duyusal tepkilerin oluşmasında öncelikli bir rol oynadığını kabul edilir. Başta korku olmak üzere duyuların denetiminden sorumlu olan amigdala beynin ilgili bir çok bölgesine de sinyaller yollar ve oraların işlevlerini de doğrudan etkileyebilir.
Eylül ayında yayınlanan yeni bir çalışmada, katılımcılar amigdalalarındaki faaliyetleri bilgisayar yardımıyla basit görsel veya işitsel ipuçlarına dönüştüren bir sistem sayesinde stres yanıtlarını daha etkin olarak “kontrol etmeyi” öğrenebildiler.
Hendler ve çalışma arkadaşları, belirli koşullara bağlı belirli beyin bölgelerini hedeflemenin, özel belirtileri olan insanlara yardım etmede etkili bir yol olup olmadığını merak etmişler. Birkaç düzine sağlıklı insanla yapılan dört farklı deney serisinde gönüllülere, FMRI (işlevsel manyetik rezonans görüntüleme) cihazında otururken aynı anda bir EEG (elektroensefalogram) başlığı da takıldı. FMRI, hangi beyin bölgelerinin aktif olduğu hakkında ayrıntılı bilgi sağlarken, EEG amigdaladaki aktiviteyi ölçmek için kullanıldı. Bu sayede amigdala faaliyete geçtiğinde buna karşılık gelen belirli bölgelerin EEG işaretlerini saptamak da mümkün hale geliyor.
Bu sistemler deneye alınan katılımcılar için iki farklı duyusal geri-bildirim (neurofeedback) uygulaması düzenleniyor. Birinci yöntemde, katılımcılara kaykay sesi dinletiliyor. İkinci durumda ise kaykay süren bir kişinin filmi gösteriliyor. Fakat katılımcıların bilmediği bir şey var: Duydukları ses yüksekliği ya da kaykay üzerindeki kişinin hızı aslında kendi amigdalalarında devam eden elektriksel faaliyetin şiddetine bağlı olarak değişiyor. Böylece, FMRI ve EEG’den gelen ölçümleri işitilebilir bir sese veya hareketli bir görüntüye yönlendiren araştırıcılar, katılımcıların kendi beyin faaliyetlerine ilişkin bilinçdışı bir ipucunu da deneyimlemesini sağlayarak, zekice bir “duyusal geri-bildirim” sistemi kurmuş oluyorlardı.
Bundan sonra işin ilginç kısmı başlıyor: Katılımcılardan, ses seviyesini azaltmak veya kaykaycının daha hızlı gitmesini sağlamak için “zihinsel stratejiler” kullanmaları isteniyor. Eğer bunda başarılı olurlarsa, normalde bilinç dışı bir şekilde çalışan amigdala bölgelerindeki faaliyetleri de kontrol edebildikleri ispatlanmış olacaktı.
Kontrol grubunda da katılımcılardan aynı şeyi yapmaları isteniyor ancak bu gruptakilere etkisiz (plasebo) bir neurofeedback seansı uygulanıyor. Gerçek uygulama grubunun aksine bu gruptaki deneklerde, kaykayın hızı ve ses seviyesi amigdala aktivitesiyle ilgisiz; yani katılımcılar kaykaycının hızında veya sesin şiddetinde bir değişiklik gözlemlediğinde, beyin faaliyet düzeylerini aslında doğrudan değiştirmiyorlardı.
Sonuçlara bakıldığında, plasebo uygulama görenlere kıyasla, deney grubunda amigdaladaki faaliyetlerine dair ipuçları verilen kişilerin beynin o bölgesindeki aktiviteyi daha iyi kontrol edebildikleri açıkça görülüyor.
Dr. Hendler çalışmanın bulgularını yorumlarken, bu neurofeedback tekniğinin hastaların anksiyete, travma sonrası stres bozukluğu veya amigdalanın aşırı faaliyetlerine bağlı diğer psikolojik rahatsızlıkların tedavisinde zamanla mevcut tedavilere kıyasla daha basit ve uygulaması kolay bir tedavi yönteminin kapılarını açacağını düşündüğünü belirtiyor.
Araştırmacılara göre şu anda bahsedilen tedavi metodu, evlerde uygulamak için yeterince uygun değil. Ancak yapılacak yeni çalışmalar ve geliştirmeler, önümüzdeki yıllarda bu sistemin kısa bir kullanıcı eğitiminden sonra, bizzat kişiler tarafından kendi evlerinde kullanabilmelerini sağlayabilir.
“Bunun belirli beyin alanlarının çalışmasını düzenlemek, beyni iyileştirmek ve gerekli olan esnekliği kullanarak gereken değişimleri sağlamak için daha iyi bir yol olacağını umuyoruz.” diyor Dr. Hendler.
Bildiğimiz evrenin, en karmaşık yapısı olan “Beyin” milyarlarca yıllık bir Ar-Ge’nin ürünü. Yüzbinlerce yıldır biz insanları doğada ve hayatta tutmak için uzmanlaşmış olan bu sistem “kullanıcı” hataları yüzünden sık sık arıza yapıyor. Mekanik ve indirgemeci bilgi modası ve buna bağlı tıp uygulamalarının son yüzyılda bizi getirdiği noktada “sen boz, biz tamir ederiz” sahte güveniyle yaşamaya çok alıştık. Unuttuğumuz ve hatırlamamız gereken nokta ise, yanlış kullanımdan dolayı “mavi ekran” veren beynimizi doğru kullanmayı öğrendiğimizde beynimizin yeniden ve kolaylıkla “Fabrika Ayarları” na dönebilecek kadar esnek olduğudur.
Yapılan deneylerin karmaşıklığı veya sofistike olmaları bizleri korkutmasın ya da umutsuzluğa sürüklemesin. “Bilim insanları bulsun ve bizi onarsın” meselesinden çok ötede ve basitlikte bir şey anlatıyor Dr. Hendler; “düşünme şeklimizi değiştirmek bile birçok şeyi iyileştirmeye yetiyor”.
Kendinize iyi bakın, göreceksiniz…
Bu yazı ilginizi çektiyse sıradaki yazımız sizin için geliyor: Unutmak Mı İstiyorsun? Hatırla!