DR. SEMİHA HAS, KIZI DURU’NUN YAŞAMASI VE İYİLEŞMESİ İÇİN YOĞUN BİR MÜCADELE VEREN VE BU ÖLÜM KALIM SAVAŞINDAN GALİP ÇIKAN BİR DOKTOR ANNE.
YOĞUN BAKIMDA İKİ YIL BOYUNCA KIZINA HER GÜN HASTANEDE BAKTIĞI SÜREÇTE, BİR YANDAN DOKTOR OLDUĞUNA ŞÜKREDERKEN BİR YANDAN DA HER ŞEYİ BİLDİĞİ İÇİN ÇEKTİĞİ ACILARA LANET OKUMUŞ. “HEM SEVGİYİ HEM SIZIYI AYNI ANDA YAŞIYORUM, BİR YANIMDA HEP BURUKLUK VAR.” DİYEN HÜZÜNLÜ BİR ANNENİN ZORLU AMA DİRAYETLİ BİR YAŞAMINI OKUYACAKSINIZ BU RÖPORTAJIMIZDA. KENDİSİNİ AİLESİNE VE HASTALARINA ADAMIŞ BİR YAŞAM HİKÂYESİ.
DR. SEMİHA HAS’A, DURU’YU YAŞATMA VE İYİLEŞTİRME MÜCADELESİYLE İLGİLİ SORULAR YÖNELTTİK.
Kısaca öz geçmişinizden bahseder misiniz?
Yozgatlıyım. İlkokulu, ortaokulu ve liseyi Yozgat’ta okudum. Yozgat Anadolu Lisesi’nden sonra Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi’nden mezun oldum, daha sonra da Ulucanlar Göz Hastanesi’nde ihtisasımı yaptım.
Anne olmadan önce kendinizi nasıl tanımlardınız ve anne olduktan sonra bu özellikleriniz değişti mi?
Hayatım boyunca okul hayatımda çok başarılı oldum. Hep sınıfın en iyilerindendim. Küçüklüğümden beri “Doktor olacağım.” derdim ve oldum. Çalışkan ve idealist bir yapıdaydım. Hedefime ulaşmak için on yıl yurtlarda kaldım. Tıp Fakültesi’ni ve sonrasında TUS’ta Ulucanlar Göz Hastanesi’ni kazandım. Akademik kariyerime ilerleyerek devam etmeyi planlıyordum, çocuğumun yaşadıkları ve bakımı ön plana geçince doçentlik için devam edemedim.
Evliliğiniz nasıl oldu ve sonrasında hayatınız nasıl ilerledi?
Ulucanlar Göz Hastanesi’nde ihtisas yaparken eşim Volkan Has ile tanıştım. Eşim Ankara Hukuk mezunu ve o sırada Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde yasama uzmanı olarak çalışıyordu. Asistanlık dönemimde evlendik ama hemen çocuk düşünmedik. Eşim mecliste çalışırken hâkimlik ve savcılık sınavlarına girdi, kazandı ve savcı olarak Tokat’a tayini çıktı. Ben de göz doktoru olarak mecburi hizmetimi Tokat’ta yapmaya başladım.
Eşim Tokat’ın Reşadiye ilçesindeydi. Reşadiye küçük bir ilçeydi, göz hekimi yoktu. İdealist yapımdan dolayı sırf ameliyat yapmak amacıyla her gün bir saat ayırarak dolmuşla komşu
ilçeye, Niksar’a gidip geldim. Virajlı, uçurumlu, zor yollar olduğu için araç kullanmak kolay değildi. Dolmuşla gittiğimi herkes bilirdi ve araçta en öndeki yerim hep korunurdu. “Doktor
hanımın yeri” olarak mimlenmişti, kimse oturmazdı. İki yıl boyunca bu şekilde çalıştım, çok güzel geçti. İki yılın sonunda hamile kaldım, yine her şey çok iyiydi, sorunsuz bir hamilelik yaşadım. Kesinlikle Ankara’ya dönme gibi bir niyetimiz yoktu. Eşimle Türkiye’nin her yerine
gidecektik ve en son görevimizin ardından deniz kenarında bir şehre temelli yerleşecektik. Böyle bir planımız vardı fakat doğum yaptıktan sonra kızım Duru rahatsızlanınca apar topar
ambulansla Ankara’ya gelmek zorunda kaldık, evimizi barkımızı bıraktık, biz hastaneden ayrılamadık, altı ay sonra evimizi kayınvalidem ve diğer aile üyelerimiz Ankara’ya taşıdı. Kızım Hacettepe Üniversitesi’nde iki yıl boyunca yoğun bakımda kaldı. O kadar uzun bir hikâye ki…
Nasıl bir tanı konuldu?
Bir haftalıkken aniden fışkırır tarzda kustu. Bağırsak düğümlenmesi, invajinasyon, torsiyon sanıldı, o sırada hemen ambulansla Ankara’ya geldik. İlk başlarda tanısı konamadı. Bir ay sonra Nekrotizan Enterokolit tanısı konuldu.
İki yıl yaşamda çok uzun bir süre. Bu süreci nasıl geçirdiniz?
Bu süreçte, Duru altı kez ameliyata girdi. İki yıl boyunca ücretsiz izin alarak, sürekli hastanede yatıp kalktım, çocuğumun durumunu takip ettim. O dönem, hayatımın en kötü dönemiydi. Üç kez hayati tehlikesi var, sabaha çıkamayacak, denildi. O kadar mücadele ettim ki…
Hem iyi ki doktor olmuşum dedim hem de doktor olduğum ve her şeyi bildiğim için lanet ettim. Hemşireler anne olarak mutlu olmam için arada sırada bebeğimin altını benim değiştirmeme izin veriyordu çünkü anneliği yaşayamamıştım.
Yoğun bakım döneminde eşinizle olan ilişkiniz nasıl gelişti?
Sağlık nedeniyle Ankara’da yaşamaya başlamıştık. Eşim de benimle sabahtan akşama kadar hastanedeydi, akşam eve geçince dosyalarına bakardı, çalışırdı. Bu şekilde, birlikte mücadele verdik, beni hiç yalnız bırakmadı. Ailelerimiz de hep yanımızdaydı, bize destek oldu.
OLAĞANÜSTÜ MÜCADELE BAŞLIYOR
Yoğun bakımda nasıldı ve şu andaki durumu tam olarak nedir?
Duru, sürekli yaşamın kıyısında dolaşan tamamen anneye muhtaç bir çocuk. Gastrostomisi devam ediyor yani ağızdan yemek yiyemiyor, yemek yeme davranışı yok. Bunun, zihinsel kaynaklı mı yoksa gastrostomiden dolayı mı olduğu bilinmiyor. Yemek terapileriyle de sonuç alamadık. Yoğun bakımdan çıktığımızda yemek verildiğinde sürekli kusuyordu. Nissen Ameliyatı yapıldı. Anti Reflü yapılmasının nedeni kusmasının engellenmesiydi çünkü iki buçuk yaşındayken üç buçuk kiloydu ve hocalarımız beyin gelişimi olmayacak, gastrostomi açalım, demişti. Tekrar hastaneye yattık ve gastrostomisi açıldı. Bütün ince bağırsakları alındı, sadece 30 santim kaldı hatta 30 santim de yetmezse bağırsak nakli yapılacaktı, bu da çok nadir yapılan çok zor bir ameliyattı ki buna gerek kalmadı.
Bir yandan da sanırım Hipoksi olduğundan zihinsel problemleri oluştu. Hastanede hayati tehlikesini atlatması çok ön plandaydı, bu yüzden iki yıl boyunca kateterlerini çekmemesi
için yoğun bakımda elleri bağlı tutulmuştu, bunun etkileri olarak bir dönem Septik artrit oldu ve bacağını da oynatamıyordu, hep aynı şekilde yattığı için duyum ve algı gelişimi
de bozulmuştu, elini yıkarken dahi kusuyordu. Sürekli elim üzerindeydi, fizyoterapi, fizik tedavi gördü. Kullandığı ilaçlardan kaynaklı olarak da sorunlar gelişti. Yan etkisi olarak böbrek yetmezliği, işitme kaybı var.
Anne karnında mı Hipoksi oldu?
Hamilelik dönemimde sürekli kontrol altındaydım ve doğum yaptığımda kızım 36 haftalıktı yani erken de doğmadı. Nedeni tam olarak bilinemiyor aslında. Son kontrolüm sırasında NST’de aniden kalbi durmuştu ve acil sezaryene girmiştim ama üç gün hastanede kaldık ve
her şey yolundaydı, hiçbir sorun görünmüyordu. “Acaba Duru, o esnada mı Hipoksi oldu?” diye soruyorum hep kendime.
Ümidinizi kestiğiniz oldu mu?
Kızım hastanede, yoğun bakımda yatarken ziyaretçilerimiz bizi teselli ederdi, daha yaşınız genç, başka çocuklarınız olur, derdi ama ben karşı çıkmıştım onlara “Benim çocuğum henüz ölmedi, siz ne biçim konuşuyorsunuz?” diye ve bu yüzden bana şu anda bile birçok insan küs. Kendisine kızdığımı, kırdığımı düşünüyor ama ben bunların hiçbirini hatırlamıyorum. Umudumu hiç yitirmedim.
Hastane süreçlerinden sonra, kızınızın gelişimi için neler yaptınız?
Daha fazla yaşamaz, demişlerdi, hastaneden çıktı. Bu çocuk yürümez, yürümeyecek, demişlerdi, yürüdü. Gelişimi için tüm gücümüzü, emeğimizi verdik. Omuzları gelişsin diye kızımı emekleme pozisyonunda tutardım saatlerce. O, külçe gibi yatardı, yere yığılırdı önceleri. Ben pes etmez, onu yüzüstü çevirirdim, karnından tutardım, fizyoterapistin yaptığı gibi yapar ve sürekli uğraşırdım. Üç yaşından itibaren ona birçok özel eğitim aldırdık hatta başlarda, ilerideki hayatını etkileyeceği korkusuyla engelli raporu almak istememiştim, onu kendi imkânlarımızla eğitimlere götürdük ama zamanla bunu kabullendim. Şu anda dışardan baktığınızda herhangi bir fiziki engeli yok. Duru’yu takip eden doktorlar hâlen gelişimine, bu aşamaya geldiğine inanamıyor.
Durumu kabullenmek hayatınızı kolaylaştır mı?
Evet, zaten buradaki en büyük zorluk kabullenmek. İnsan başlarda kabullenemiyor. “Neden benim başıma geldi?”, “Ben ne yaptım da bu oldu?” diyor ama kabullendikten sonra ne yapabileceğimize tam olarak odaklandık. Engelli raporunu çıkarttık ve özel eğitimlere devam ettik.
MUCİZE
Hastaneden nasıl çıktınız, sonrasındaki bakım, eğitim süreci nasıl oldu?
Kızım da çok kuvvetliymiş, tüm bu olumsuzlukların üstesinden geldi. İki yıl sonunda taburcu oldu, sonrasında bir yıl da evde kendi ellerimle baktım kızıma. Bu süreçte de kusmaları, ameliyatları devam etti. Biz 12 yıldır her ay yine Hacettepe’deyiz. Taburcu olması şöyle oldu: İkinci yılın sonlarına doğru serviste enfeksiyon salgını oldu. Hocamız “Sen doktorsun, kızına evde bakabilirsin.” dedi ve bizi yatak başındaki 2 cihazla taburcu etti. Evde bakıma devam ettim. Çok zor bir süreçti. Her hafta NG takip çıkarıyordum, ateşi sürekli yükseliyordu, tansiyonu yüksek seyrediyordu. Şu anda kronik böbrek yetmezliği var, son evrede. Bizi diyaliz ve böbrek nakli süreci bekliyor. Her gün Duru’yla saatlerce çalıştık. Önce tek komutlu, sonra çift komutlu emirlerle davranışları gösterdik. Önce odaya git, dedik. Sonra odaya git, kırmızı şapkanı getir, dedik mesela. Nesneleri, şekilleri, sayıları öğrendi. Özel eğitime gide gele ve evdeki bu çabalarımızla okumayı da öğrendi. Şu andaki amacım, kendi başına yetebilen, benden sonraki zamanlarda dahi hayatını idame ettirebilecek bir insan olmasını sağlamak. Mesela şu anda toplama ve çıkarma gibi basit matematiksel işlemler öğretiyorum ki ileride kendi hesabını kendi yapabilsin. 1 + 1 eşittir ikiyi öğretmek için saatlerce uğraştım ve çalışmaya devam ediyoruz. Duru şu anda ortaokul 2’ye gidiyor ama ilkokul 1 seviyesinde.
Üç yıl sonunda mı işe döndünüz?
Üç yıl sonra çalışma hayatına döndüm. Yeni Mahalle Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nde yeniden hekimliğe başladım ve aynı hastanede 12 yıldır çalışmaya devam ediyorum.
Yoğun iş temponuzla birlikte engeller yaşıyor musunuz?
Tabii ki yaşıyorum. Aralıksız poliklinikte çalışan, ameliyat yapan, günde en az yüz hasta bakan, çok yoğun çalışan bir anneyim. İşten sonra ev hayatım da çok yoğun geçiyor. Kızımı sürekli bir bakıcıya teslim etmek zorundayım. Hiç kimse çocuğu kreşe başladıktan sonra bakıcıya gereksinim duymuyor. Ama bizim sürekli bakıcıyla çalışmamız gerekiyor.
Engelli çocuğum olduğu için bakıcı bulmakta da çok zorlandım. Her türlü ayrıntıyı, beslenme tüpü ile hayatını sürdürdüğünü anlatmamız gerekiyor. Gastrostomisini gören zaten bir adım
geri duruyor, ben yapamam, diyor. Her sorun çıktığında da hastaneden izin alıp eve gidemiyorum. Zorluklar azalsa da hâlen zorluklar yaşamaya devam ediyoruz.
Bununla ilgili zorlandığınız bir anınızı anlatır mısınız?
Bir gün bakıcı beni aradı ve gatrostomisi tıkandı, dedi. Sesi çok telaşlıydı ve hemen müdahale etmem gerekti. Bu tür acil müdahale gerektiren durumlar oluşabiliyor.
Daha sonra Duru’nun kardeşleri de oldu, değil mi?
Duru’nun iki kardeşi oldu. Damla ilkokul üçüncü, Yiğit ilkokul birinci sınıfta.
“İyi ki de olmuş.” diyor musunuz?
Evet iyi ki de olmuş, diyorum çünkü etrafımda da görüyorum ki bir engelli çocuğu olan kimseler hayata küsmüş. Diğer çocuklarımın da bana ihtiyacı olduğunu düşünüyorum. Kendimi salıverme lüksüm yok. Diğer çocuklarım için de mutlu bir anne olmalıyım.
Duru’nun kardeşleriyle ilişkileri nasıl?
Şu anda kardeşleri çok küçük, Duru’nun engelinin çok ayrımında değil. Bazen Damla soruyor: “Anne, Duru hastanede yattığı için mi böyle oldu?”, “Duru’nun karnındaki yemek tüpü çıkınca normal çocuk olacak mı?” Bu şekilde normalleşmesini bekliyor.
Duru okulda eğitim aldı mı?
Yaşıtlarıyla bir arada olsun diye kreşe başlatmak istedik ama ilk başlarda özel kreşler kabul etmedi. Bunun nedeni diğer ailelerin çocuklarının engelliyle okumasını kabul etmemesiydi. Parka gittiğimde de hemen hemen aynı durumla karşılaşıyordum, engelli çocuklar varsa diğer aileler çocuklarını çekip götürüyordu parktan ve ben buna da çok kızıyorum. İnadıma gidip oynatıyordum çocuğumu. Neyse ki bu anlayıştan uzak insanlar da var. En sonunda Gökkuşağı isimli bir okul bulduk ve orası bizim şansımız oldu.
Özel öğrencilere yönelik bir okul mu, şu andaki eğitiminden bahseder misiniz?
Duru, özel eğitim ortaokuluna gidiyor. Tersine kaynaştırma metoduyla Türkiye’de örnek bir okul. Okulun amacı, engelli çocuklarla normal çocukları bir arada tutup onların birbirinden hayatı öğrenmesini sağlamak ve onları hayata kazandırmak. Her sınıfta beş engelli, on normal çocuk bulunuyor. Okuldaki öğretmenler de veliler de sınıftaki arkadaşları da çok duyarlı. Duru’nun yanında oturan arkadaşı onun kitabını, defterini çıkartmasına yardımcı oluyor. Teneffüste hep birlikte oynayabiliyor. Elele tutuşup koşabiliyor. Türkiye’de bu özelliğe sahip tek okul. Okula kayıt için çok fazla sırada bekleyen insanların olduğunu biliyorum.
Evde yine yoğun dersler oluyor mu?
Akşamları Duru, Damla ve Yiğit’le hep beraber ders çalışmaya başlıyoruz. Hepsiyle ayrı ayrı, en çok da Duru ile ilgilenmem gerekiyor çünkü o bana muhtaç, kendi kendine yapamıyor. Neredeyse tüm akşamımız böyle geçiyor.
Çocuk bakımına karşı bakış açınız değişti mi?
Herkes “Benim çocuğum şu anda aç ya da yemek yemedi.” diye yakınır ya sürekli.
Benim onlara o anda kızasım geliyor. “Sonuçta senin çocuğun bir şeyler yiyor, ağzına
bir şeyler giriyor değil mi?” diye sorasım geliyor.
Yemeği üzerine döküyor diye kızıyor ama benim çocuğum kaşık tutmuyor ki. Keşke tutsa da yemeği üzerine dökse! Herkes çocuğum yaramazlık yapıyor diye kızarken ben “Kalksın,
yürüsün, koşsun, isterse etrafı dağıtsın.” diyorum, bunun için bekliyorum.
Ufak şeyleri dert etmemek gerekiyor.
Ophthalmology Life 42. Sayı / Aralık 2022