Yer: İstanbul Bayrampaşa’daki İsmail Erez Endüstri Meslek Lisesi .
Konu: Okula dışarıdan yiyecek getirmek yasak. Getiren olursa yiyeceklere el konuyor. Tekel konumundaki kantin ise pahalı. Parası olmayan öğrenciler aç kalıyor. Ayrıca yemekler bayat ve lezzetsiz. Hatta öyle ki, öğretmenler bile kantinden yemiyor ve öğrencilere para verip dışarıdan yemek aldırıyor.
Baş Aktör: Abdülmelik Yalçın . On yedi yaşında, lise 3 öğrencisi. Kendini ‘hakkını arayan bir anarşist ‘ olarak tanımlıyor. Kantinde fiyatlar düşsün ve yemekler düzelsin istiyor ve ‘Paylaşma Masası’ kuruyor: “Evden getirdiğimiz yiyecekleri tenefüste sofralarımıza kurup yiyelim; paylaşma ve dayanışmayı çoğaltalım” diyor.
> 5 Mart – Pazartesi:
Abdülmelik ve arkadaşları, kantini protesto eden ve öğrencileri Paylaşma Masası kurmaya davet eden bir bildiri dağıtıyor. İki saat sonra müdür bildiri dağıtan öğrencileri çağırıyor; hakaret ve küfür ediyor ve hatta onları teröristlik yapmakla suçluyor. Öğrenciler de böylece sınıflarında sofra kurma eylemlerini gerçekleştiremiyor.
> 6 Mart – Salı: Okul yönetimi öğrencilerin savunmalarını alıyor.
> 7 Mart – Çarşamba: Aralarında Abdülmelik’in de olduğu on yedi öğrenci çantalarında okula soktukları simit, peynir, su, zeytin ve domatesle tenefüste sofra kuruyor.
Çok geçmeden, önde müdür ve müdür yardımcısı, arkada ise üç tane sivil polis sınıfa giriyor ve sofrayı basıyor! Yaptıkları şeyin yasak olduğunu söyleyip, yiyeceklerin derhal toplanmasını istiyor. Yiyeceklere el konuyor!
Abdülmelik sessiz kalmayıp, yaşananlara karşı çıkıyor ve onlara kendi yemeklerini yemenin yasak olamayacağını, okul yönetiminin de sınıfa polis sokmasının tehdit amaçlı olduğunu söylüyor. Bunun üzerine sınıfta bulunan diğer öğrenciler başka sınıflara gönderiliyor ve Melik üç polisle tek başına kalıyor. Sonra onu çıkartıp müdürün odasına götürürlerken, etrafta yedi sekiz tane daha sivil polis beliriyor.
“Polise karşı susarsanız sizi ezerler, ben de konuştum; ‘sizin amacınız ne, burası okul mu yoksa hapishane mi’ dedim” diyor.
Müdür, Melik’in ailesini okula çağırıyor. Ve sonradan anlaşılıyor ki, onun Facebook hesabına izinsiz girilmiş, katıldığı bir Hrant Dink yürüyüşünden resimler alınmış ve duvarında paylaştığı bazı karikatürlerden bir dosya oluşturulmuş. İşte o dosya ailenin önüne konup, tehdit ediliyor: “Alın çocuğunuzu okuldan, almazsanız polise veririz.”
Bu arada yaşananları basın duyuyor. O da elinde bir metin olmadan gazetecilerin sorduğu sorulara cevap veriyor .
> 8 Mart – Perşembe: Melik sınıf listesinde adını göremeyince okuldan atıldığını anlıyor. Çünkü İlçe Öğrenci Disiplin Kurulu’ndan gelen bir karar var: “Abdülmelik Yalçın’ın okuldan tastikname ile uzaklaştırılması uygun bulunmuştur.” Gerekçe: Basına açıklama yapması!
Müdür Yardımcısı sınıfa giriyor ve Melik’e, “Sen artık öğrencimiz değilsin, yarın okula girmeyeceksin” diyor. O da “İl’den karar varsa tamam, yoksa girerim” diyerek dik durmaya devam ediyor.
Bu arada bir tekstil firmasında çalışan ablasının avukat arkadaşlarından destek alarak yasal hakkını kullanıyor ve kararın bozulması için İstanbul İl Milli Eğitim Müdürlüğü?ne dilekçe gönderiyor.
Avukatlar devreye girince, İlçe ve Okul geri adım atıyor, yönetim babasını arayıp oğlunuz derslere girebilir diyor. Bu arada olay basına yansıdıktan sonra kantin temizleniyor, masalar değişiyor, hatta çalışanlar eldiven bile takmaya başlıyor! Okul yönetiminden ise kimse basın karşısına çıkıp açıklama yapmıyor, gelen istekleri reddediyor.
Bu gelişmelerin ardından İstanbul Milli Eğitim Müdürü Muammer Yıldız, ?Öğrencinin dosyasına ve dilekçesine baktık. Komisyonumuz toplanarak bu konuyu değerlendirecek? diyor .
Postane emeklisi babası ve ev hanımı annesi başta korksalar da, sonradan oğullarına destek veriyor. Öğretmenler ise gönlen Abdülmelik’in yanında, ancak Müdür ve Müdür Yardımcılarından korktukları için alenen destek veremiyor!
Melik’in okuldan atılıp atılmadığı henüz belli değil. O ise eğitimine devam etmek istiyor ama bunun aynı lisede olma ihtimalini çok düşük görüyor: “Atmasalar bile bu okul yönetimi beni yüzde yüz sınıfta bırakır, bundan eminim” diyor ve devam ediyor: “Hrant yürüyüşüne katıldığım, paylaşma ve dayanışma masası kurduğum ve anarşist olduğum için beni okuldan atmaya kalktılar. Ama ben sonuna kadar pes etmeyeceğim.”
Olur da Melik yarın önemli işlere imza atarsa, emin olun okulun adı bile değişir: Abdülmelik Yalçın Lisesi! O hakkını ararken ses çıkarmaya korkan hocaları da “Evet, onu biz yetiştirdik” diye gururlanır. Geçmişi çabuk unutan bizler de aynen öyle sanarız.
Abdülmelik Yalçın…
Çevresinde olup biteni izlemekle kalmıyor, daha iyisi nasıl olur diye sorguluyor. ‘Sistem böyle’ cevabıyla tatmin olmayıp, fikir geliştiriyor, düşüncelerini eyleme döküyor. Protesto ediyor. Düşüncelerinin arkasında cesaretle duruyor, hakkını arıyor ve vazgeçmiyor. O, bizim gibi ‘ileri demokrasi sahibi ülkeler’ için tehlikeli bir insan!
Kışla mantığındaki eğitim sistemlerin bilgili, sorgulayan, özgüvenli bireyler yetiştirmek yerine, sisteme nefer olacak koyunlar yetiştirme sevdasında olduğunu bir kez daha gösterdiği için… ‘Resmi zorbalığa’ yüksek sesle karşı çıktığı, büyük çoğunluğun “ben tek başıma neyi değiştirebilirim ki” diye kabullenip susarken, o haksızlığa itiraz etme kararlılık ve cesaretini gösterdiği için…
Ben anarşistim diyerek belki de binlerce kişiye sahi ne demek ya bu ‘anarşist olmak’ diye sorgulattığı, hatta bir adım ötesine geçip “anarşistsen teröristsin” dayatma algısına karşı korkusuzca durup, memnun olmadığımız şeylere karşı protesto etmenin masumiyetini gösterdiği için… Abdülmelik Yalçın tehlikeli bir insan! Hatta, kurulu düzenin karşısında olduğu için de o potansiyel bir suçlu!
Melik’le telefonda görüştüm. Karşımda aynen Cüneyt Özdemir’in 5N1K Programındaki gibi kendinden emin, isyankar , heyecanlı, samimi ve belki de en önemlisi adam gibi bir delikanlı vardı.
Şaka yollu, “Bu aralar seni arayan çoktur, havaya girdin mi?” takılmama, “Yok be abi, arıyorlar ama herkese aynı şeyi anlatmaktan da biraz yoruldum açıkçası” dedi. Kahramanlık veya popülerlik peşinde olmadığını ve yanlış giden bir şeyler olduğunda sessiz kalmamak gerektiği gibi konular üzerinde konuştuk. Benim de ona çok ufak bir tavsiyem oldu:
“Dik duruşun, eğitime devam etme isteğinde de aynen sürsün. Yılma, ancak kararlarında aceleci de olma. Senin cesaretinden fayda sağlamayı umup, niyeti belli olmayan insanlar da belirecektir etrafta. Herkesi dinle ama kimsenin adamı olma, sen sadece kendi bildiğin yolda yürü. Başkalarının değil, kendi aldığın kararların sonucunu yaşa.”
İlginç olansa, telefondan sonra Melik’in bana düşündürdükleri oldu.
Bizler üç maymunu oynamayı ölesiye kanıksarken dik durmayı o kadar özlemişiz ki; on yedi yaşındaki bir lise öğrencisinin cesaretiyle bile geleceğe umutla bakabilir hale gelmişiz. Dünyayı değiştirmeye okul kantininden başlamak çok kişiye gülünç gelebilir. Oysa hayata iz bırakanlara dönüp bir bakın, hepsinin önce ‘kendi hayatlarına karşı anarşist olmakla’ başladığını göreceksiniz.
Güncelleme [11.04.2012] : Melik’le az önce konuştum. İstanbul Milli Eğitim bugün kararını açıklamış: Beş gün uzaklaştırma cezası var ancak aynı okula devam edebilecek. Uzaklaştırma cezası ise neden var pek anlaşılır değil. Tatil amaçlı olmalı! [Bu arada unutmadan; eylem başladığı günden itibaren okul yönetimi dışarıdan yiyecek getirilmesine artık karışmıyormuş! Melik, “Ben bu okulda olduğum sürece de buna karışamazlar abi” dedi.]