Alman İmparatorluğu , 1871 yılında kurulmuş, 1918 yılına kadar hüküm sürmüştür. Başkenti Berlin olup sloganı ‘Gott mit uns’ yani ‘Tanrı bizimle’ şeklindedir. İkinci Reich (Deutsches Reich/Deutsches Kaiserreich) diye de bilinen Alman İmparatorluğu , Prusya ve bazı küçük Alman devletlerinin bir araya gelmesiyle 18 Ocak 1871. tarihinde ortaya çıkmış birleşik Alman devletidir.
Alman İmparatorluğu tarihi 1871 yılına dayanır. Bu tarihte I. Wilhelm taç giyerek imparatorluğu resmen ilan etmiş. Yeni imparatorluk Hohenzollern Hanedanı tarafından yönetilmiştir. Berlin başkent olmuş ve Avusturya, yeni imparatorluğun topraklarına dâhil edilmemiştir. Almanya toprak anlaşmalarını bırakmış; sömürge yarışında yerini almaya ve büyümeye başlamıştır. Ekonomisini ve sanayisini geliştiren Almanya İmparatorluğu , sömürge yarışı nedeniyle müttefiklerini kaybetmiştir.
Alman İmparatorluğu haritası çeşitli dağınık devletleri içine alıyordu. Uzun yıllar Avrupa’yı etkisi altında bırakan Napolyon Savaşları bitmiş, 1814-1815 yıllarında Viyana Kongresi toplanmıştı. Burada alınan bir karar üzerine Alman Konfederasyonu hayata geçirildi.
Kurulan Almanya Birliği’ni büyüklü-küçüklü 39 devlet ve çeşitli bağımsız kentler meydana getiriyordu. Bunlardan bazıları şöyleydi:
1871–1918 yılları arasında kullanılan Büyük Alman İmparatorluğu bayrağı , aynı zamanda Kuzey Almanya Konfederasyonu’nun da bayrağıdır. İmparatorluğa ait bayrak, arma ve aile forslarını görüntülemek için buraya tıklayabilirsiniz.
Üçüncü Reich Alman İmparatorluğu olarak da bilinen Berlin Adolf Hitler ! Resmî ismi Alman İmparatorluğu olan Adolf Hitler tarafından kurulmuş olan Nasyonal Sosyalist Almanya’dır. Sınırların genişlemesi üzerine 1943 yılında adı Büyük Alman İmparatorluğu olarak değişmiştir.
Üçüncü Reich’ın ilk yöneticisi Adolf Hitler’dir. Onun zamanında Şansölyelik ve cumhurbaşkanlık makamları 2 Ağustos 1934 itibarıyla birleştirilmiştir. Hitler intihar ettikten sonra söz konusu iki makam yeniden ayrılmıştır. Şansölyelik görevini Joseph Goebbels devralmış, ancak o da intihar etmiştir. Onun yerine ise Ludwig Schwerin von Krosigk geçmiştir. Gelmiştir. Cumhurbaşkanlık makamına Büyük Amiral Karl Dönitz atanmıştır.
Büyük Alman İmparatorluğu Almanya’nın 1945 yılında savaşı kaybetmesi üzerine yıkılmıştır.
Altta yazılan bilgilerin kaynağı bundestag.de sitesidir
1871’de kurulan PRusya-Alman İmparatorluğu askeri otoriter bir devlet olarak kaldı. Büyük ölçüde Bismarck doğrulusunda hazırlanan 16 Nisan 1871 Reich Anayasası, monarşik yürütmeye geniş kapsamlı ayrıcalıklar tanıdı: ordu, dış siyaset ve Reich idaresi büyük ölçüde parlamentonun etkisinden uzak kaldı ve her şeyden önce, hükümetin işgali – Birinci Dünya Savaşı’nın son adımına kadar – yalnızca imparatorun güvenine bağlıydı, fakat parlamentodaki çoğunluğa bağlı değildi. Başlangıçta prenslik ligi olarak geliştirilen anayasanın merkezinde, bireysel devletlerin temsilcisi olarak, yürütme, yasama ve yargı kollarında resmi olarak geniş kapsamlı yetkilere sahip olan Federal Konsey vardı.
Bununla beraber, demokratik olarak yasallaştırılan Reichstag’ında mühim yetkileri vardı: Parlamentonun en mühim vazifesi- Bundesrat ile beraber – senelik bütçe teklifleri de dahil olmak üzere bütün yasaların kabul edilmesiydi. Onun rızası olmadan hiçbir yasa yürürlüğe girmedi. Tasarıları bağımsız olarak sunma, Reich Şansölyesi’nden hükümet siyasetsı ile ilgili bilgi talep etme ve gündemde kendisi karar verme hakkı vardı. Anayasal uygulamada, Reichstag kuşkusuz vakitle daha çok prestij ve nüfuz kazandı, siyasi ulusun en mühim sembolü durumuna geldi ve toplum üstünde çoğu açıdan etkili oldu.
Öte yandan tarihsel incelemelerde, imparatorun devlet işleri üstünde çok az etkide bulunduğu 1871’den sonra parlamenter monarşiye geçiş şansının ne ölçüde bulunduğu sorusu tartışmalıdır. Buna ek olarak, başka sorular da cevapsız kalıyor: 1871 ve 1918 seneları arasında Almanların demokratik bir siyasi kültürü uyguladığı “demokrasinin çıraklık seneları” (M. Anderson) miydi? “Sessiz parlamenterizasyon” (M. Rau) gerçekleşti mi yoksa siyasi düzenin kapsamlı parlamenterleşmesi olmadan toplumun demokratikleşmesi nihayetinde otoriter devleti destekledi mi? İmparatorluğun kuruluşundan 150 sene sonra bile, her biri İmparatorluğun kendi resmini çizen çok sayıda perspektifin bir arada bulunduğu hareketli ve heyecan verici çağı karakterize eder.
İlk kez Leipziger Straße’deki eski Kraliyet PRusya Porselen Fabrikası’nda ve 1894’ten itibaren Reichstag binasında bir araya gelen Reichstag’ın 382 milletvekili vardı ve 1874’ten bu yana nihayet 397 milletvekili vardı. 1888’den bu yana üç sene süresince evrensel, eşit, direkt olarak ve saklı çoğunluk oylaması ilkesine göre beş sene süresince belirlendiler. 25 yaşın üstündeki bütün erkek Almanlar oy kullanma hakkına sahipti. Kadınlar genelde 1918 senesine kadar oy kullanma hakkı reddedildi. Çağdaş standartlara göre, bu oy hakkı, kitlesel nüfus kaymaları neticesinde bireysel partileri giderek dezavantajlı duruma gelse bile çağdaş ve ilerici olarak kabul edildi. 1871’den sonra, Reichstag seçim yasası, halk seçim kampanyaları ve seçimlerin kendileri, nüfusun kapsamlı siyasileşmesine mühim ölçüde katkıda bulundu, bu da en azından istikrarlı bir şekilde büyüyen bir seçmen katılımına yansıdı – 1871’de yüzde 50,7’den 1912’de yüzde 84,9’a.
Almanların siyasallaşmasıyla partiler çağdaş örgütlere dönüşmeye başladı. Politikacının çalışma biçimi de yeni bilhassare bıldı. 1906 senesine kadar diyet ödenmese de, Reichstag kısa sürede parlamento çalışmalarının bir parçası olarak belirli bir siyaset bölümünde uzmanlaşmış çoğu profesyonel siyasetcıyı dahil etti. Reichstag, başka şeylerin yanı sıra, yerel bir ekonomik alan ve çağdaş bir hukuk düzeneğinin oluşumuna katkıda tespit edilen ve sağlık, kaza, yaşlılık ve maluliyet sigortasının kabulüyle çağdaş refah devletinin temellerini atan çalışan bir parlamentoya dönüştü.
1871’den sonra – ve bilhassa Bismarck’ın 1890’daki istifasından bu yana – Reichstag, Reich hükümeti ve Bundesrat’ta temsil edilen bireysel devletler üstünde güç ve nüfuz kazandı. Reichstag, örnek olarak milletvekilleri Wilhelm II’nin DailyTelegrapholayındaki kendisine özgü açıklamalarını ya da Alman birliklerinin kolonilerdeki suçlarını tartışırken, Reich liderliğinin başarısızlıklarını güvenle eleştirdi. Halkın temsilinin pratikteki öneminin artmasının siyasi düzenin kademeli olarak parlamenterleşmesine yol açtığı ve imparator ile Reich hükümetinin Reichstag’taki çoğunluk koşullarına giderek daha çok bağımlı bulunduğu tarihsel incelemelerde tartışmalıdır. Yaygın şüpheci değerlendirmeye göre, kendi milieuslarına sıkı sıkıya bağlı olan taraflar ilk olarak hükümetin mesuliyet varsayımıyla değil, etkili bir şekilde denetim etmekle ilgileniyorlardı. Bu, Weimar Cumhuriyeti’ni hala şekillendiren tavizsiz bir kültürle sonuçlandı. Öte yandan, komitelerdeki somut çalışmalar ya da Reichstag seçimlerindeki komplike seçim anlaşmaları, bundan sonra kapsamlı bir öğrenme sürecine işaret eden uzlaşmaya daha çok isteklilik gösteriyor.
İmparatorluk geniş, sosyal ve mezhepsel olarak karışık bir seçmen kitlesine sahip tanınmış partilere sahip değildi, fakat partilerin ideolojik ve sosyolojik olarak kendilerini az çok birbirinden ayırdığı beş partili bir sistemle karakterize edildi. Bu sistemde, taraflar, kendi çıkarlarını ve hedeflerini siyasi alanda temsil ettikleri belirli sosyal kümelera, sınıflara ya da “sosyo-ahlaki milieus” (R.M. Lepsius) ile yakından bağlantılıydı. Muhafazakar, monarşist görüşlü katmanlar ve kümeler Alman Muhafazakar Partisi ve Alman Reich Partisi doğrulusunda temsil edildi. Siyasi Katolikliğin bir temsilcisi olarak, Alman Merkez Partisi Katolik nüfus kümelerının siyasi hedeflerini ve çıkarlarını savundu. Parti siyaseti yönünden bölünmüş liberalizm, ilk olarak ekonomik burjuvazinin çıkarlarını savunan Ulusal Liberal Parti’nin sağ kanadında örgütlenmiş, sol-liberal pozisyonların savunucuları ise – eğitimli burjuvazinin demirli – kendilerini çok sayıda partide örgütlenmiştir (Alman İlerleme Partisi, Alman Liberal Partisi ve Liberal Halk Partisi dahil). Almanya Sosyal Demokrat Partisi (1890’a kadar Sosyalist İşçi Partisi) sosyalist işçi hareketinin siyasi bir kolu olarak hareket etti ve takipçileri çoğunluklu olarak büyüyen saniyesel işgücündeydi. Bu partiler arasında, Reichstag’ta birkaç blok vardı, fakat istikrarlı parlamento ittifakları sürmedi.
Fakat İmparator, Eylül 1918’de Birinci Dünya Savaşı’nın sonucunda ekonomik ve askeri çöküşünün arifesindeyken, İmparator ve önde gelen siyasi aktörler, Reichstag’ta sandalyelerin çoğunluğuna sahip olan Merkez, SPD ve Sol Liberallerin baskısına boyun eğerler. İmparator, Reich Şansölyesi Max von Baden’in altında, “çoğunluk partilerinin” önde gelen birkaç siyasetcısının ait bulunduğu ve bundan sonra Reichstag’ın güvenine bağlı olan bir hükümet atadı. Fakat bu adım, eski iktidar elitlerinin demokratik reformların gerekliliği ve anlamlılığı ile ilgili siyasi içgörülerinden atılmadı. Aksine, Paul von Hindenburg ve Erich Ludendorff idaresindeki askeri idaresin mağlubiyetin sorumluluğunu üstlenmek istememesi nedeniyle, harp süresince İmparatorluğun siyasetini giderek ve son vakitlerde nerdeyse diktatörce belirlemişti. Partilerin çabalarına ve askeri idaresin mesuliyettan kaçmalarına ek olarak, yalnızca demokratik olarak yasal bir hükümetle barış gerçekleştirme isteyen Amerikan Başkanı Woodrow Wilson’unbaskısı, İmparatorluğun siyasi düzeneğinin parlamenterleşmesi amacıyla belirleyici faktördü. Büyük bir çoğunlukla, parlamento sonucunda Reich Anayasası’nı değiştirdi; İmparatorluk 28 Ekim 1918’de parlamenter monarşiye dönüştü. Fakat bu, devrimin Alman İmparatorluğu’nun sonunu mühürlemiş bulunduğu 9 Kasım 1918’e kadar yalnızca on üç gün yürürlükteydi.