Kaçına “evet” dediniz bilmem, ancak bu sayı üç-beş’ten fazlaysa, siz “büyüdünüz.” Çocuk veya genç değilsiniz artık.
Ne mutlu! Ya da; “ne yazık!”
Yaşın ilerlemesi kaçınılmaz, bu doğru. Bunun “içimizdeki çocuğu” da beraberinde büyütmesi, hatta öldürmesi ise… Ne acı!
O; meraklı, sorgulayan, bilgiye aç, dürüst, açık sözlü, saf, sevmeyi bilen, önyargısız, oyuncu, eğlenceli, deli, kin tutmayan, yaratıcı, eğlenceli varlık…
Ancak pardon, hayat çok ciddiye alınması gereken bir şeydi değil mi? Herkes bizi sevecek, sayacaktı… Ben de “onların istedikleri gibi bir adam” olacaktım. Onlar için yaşayacaktım…
Pink Floyd’un “hey you” şarkısı çalıyor bunları karalarken… Defalarca dinliyorum. Basitçe bir tesadüf denmeyecek kadar etkiliyor beni. İçimdeki o deli çocuğa sesleniyor, “hey sen” diyor, hey sen….
hey sen,
dışarıda soğukta duran,
yalnızlaşan, yaşlanan,
beni hissedebiliyor musun?
hey sen,
koridorda ayakta duran,
kaşınan ayaklar ve kaybolan gülüşlerle,
beni hissedebiliyor musun?
hey sen,
ışığı gömmelerine izin verme,
savaşmadan pes etme.
hey sen,
orada kendi başına duran,
telefonun yanında çıplak oturan,
bana dokunur musun?
hey sen,
kulağı duvarda olan,
birinin seslenmesini bekleyen,
bana dokunur musun?
hey sen,
taşı taşımamda bana yardım eder misin?
kalbini aç, eve geliyorum.
bu sadece fanteziydi,
duvar çok yüksekti,
gördüğün gibi,
ne kadar çabalarsa çabalasın,
o özgür kalamadı,
ve solucanlar beynini yedi.
hey sen,
yolda ayakta duran,
hep sana söyleneni yapıyorsun,
bana yardım edebilir misin?
hey sen,
orada duvarın ötesinde olan,
holde şişeleri kıran,
bana yardım edebilir misin?
hey sen,
bana hiç umut olmadığını söyleme,
birlikte ayakta duruyoruz, ayrılırsak düşeriz.