Irak Şam İslam Devleti, özellikle Irak’taki hızlı ilerleyişiyle bir anda tüm dünyanın dikkatini üzerine çekti. Örgütün, Suriye ve Irak’ta ele geçirdiği topraklar dünya liderlerini alarma geçirdi. Peki, Ortadoğu’nun gelmiş geçmiş en tehlikeli örgütlerinden biri olarak değerlendirilen IŞİD’in bu yükselişi nasıl oldu? Bu sorunun cevabının kolay olmadığını ifade eden uzmanlar, herhangi bir grubun veya liderin tek başına sorumlu tutulamayacağının altını çiziyor. Irak ve Suriye hükümetlerinin azımsanamayacak rollerinin yanı sıra, ABD ve İran’ın da IŞİD üzerindeki etkisine dikkat çekiliyor. İşte, IŞİD’in yükselişinde etkili olan başlıca ülke ve liderleri bu kapsamda gösteriliyor.
Irak Eski Başbakanı Nuri el-Maliki
Uzmanlar, en büyük sorumluluğun Irak’ın eski Başbakanı Nuri el-Maliki’de olduğunu belirtiyor. Kendi partisinin de desteğini kaybeden Maliki, 2006 yılından bu yana ülkeyi otoriter bir şekilde yönetiyor. İktidarı boyunca, lideri olduğu hükümetin Sünnileri dışladığı bilinirken, Şiilerin kayırıldığı vurgulanıyor. Bu durum, IŞİD’in yükselişindeki en önemli faktör olarak öne çıkıyor.
Iraklı Sünnilerin, Irak hükümetinin kendilerine hiçbir zaman eşit davranmayacağına inanması da IŞİD’e katılımın artmasında önemli rol oynuyor. Bu durumda IŞİD, hükümetin otoriter rejimine maruz kalmış Sünniler için “hükümetle kıyaslandığında daha çekici bir alternatif” olarak öne çıkaracağını inanıyor. Ne var ki, IŞİD’in, Irak iç politikası ve Suriye İç Savaşı gibi iki nedenden dolayı ABD müdahalesiyle çözülemeyeceğinde de birçok yetkili isim hemfikir.
Suriye Devlet Başkanı Beşar Esat
Kâğıt üzerinde, Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad’ın IŞİD’in en büyük düşmanlarından biri olması gerekiyor; sonuçta IŞİD Sünni radikal bir örgüt. Esad Suriye’deki kontrolünü yeniden sağlamaya çalışıyor ve IŞİD ülkenin önemli bir kısmını elinde tutuyor. Ancak bir görüşe/teze göre, Esad, ABD gibi dış güçlerin kendisine karşı destek vereceğini bildiği ılımlı örgütleri marjinalleştirdi ve bunu IŞİD’i kasten besleyerek ya da en azından örtülü şekilde örgütün yükselişine izin vererek yaptı. Bu görüşü savunanlar, Suriye lideri ve IŞİD’in gizli bir anlaşma yaptığını düşünüyor. IŞİD, Suriye’nin belirli bölümlerinde geçici olarak hüküm sürerken, Esad diğer düşmanlarını zayıflatıyor. Uzmanlar, Esad’ın bu yöntemle muhalifleri bölebildiğini ve dünyayı,kendisi ve IŞİD arasında bir tercih yapmak zorunda bırakabildiğini iddia ediyor.
İran’nın IŞİD Karşıtlığı
Suriye’nin müttefiki ve Esad’a en çok yardım eden hükümet olsa da İran IŞİD’e karşı savaşta birçok ülkeye göre çok daha ciddi gözüküyor. İran, örgüte karşı mücadele eden Irak’a, Devrim Muhafızları Kudüs Kuvvetleri Komutanı Kasım Süleymani’nin savaş taktikleri konusundaki yardımları da dâhil olmak üzere askerî destek sağlıyor. Ancak ABD’ye benzer olarak, İran istemsiz de olsa IŞİD’in hem Irak’ta hem de Suriye’deki yükselişinde önemli bir rol oynadı. ABD’nin işgali ardından Maliki’nin en büyük destekçisi olan İran’ın, 2010 seçimlerinin ardından Irak koalisyonuna Maliki’nin tarafını tutmaları için baskı yaptığı biliniyor (ABD de bu süreçte Maliki’nin güçlenmesine yardımcı olmuştu). Aynı zamanda İran, Irak’taki Mukteda el Sadr’ın kurucusu olduğu Mehdi Ordusu ve Bedir Tugayı gibi katı Şii gruplara da destek verdi. Tıpkı Maliki gibi bu gruplar da Sünnilerin Irak hükümetinden uzaklaşmasına neden oldu. İran hem doğrudan askerî birlikleri, hem de dolaylı yoldan Lübnanlı örgüt Hizbullah’la Esad’ın yanında Suriye’ye müdahale etti. 2012’de, Esad’ın hükümetten düşeceğine kesin gözüyle bakılırken, İran binlerce askerini, Hizbullah savaşçılarını ve Iraklı Şii milisleri Esad’la birlikte savaşmaları için Suriye’ye gönderdi. Bunlara ek olarak, İran’dan Suriye’ye yüklü miktarda silah ve 7 milyon dolarlık ödünç para aktarıldı. Uzmanlar, İran’ın Esad’ı “kurtarmış” olabileceğini belirtirken ülkenin, Suriye Devlet Başkanı’nın örgütleri radikalleştirmesine de katkı sağladığını ifade ediyor.
Suudi Arabistan-Katar-Kuveyt
IŞİD’in zenginliğinin büyük bir kısmı petrol geliri ve düzenli haraçtan oluşuyor. Ne var ki, 2011 ve 2012’de IŞİD’in bu derece çok para kazanma yöntemlerine sahip olmadığı biliniyor; o yıllarda örgüt, başta Suudi Arabistan, Katar ve Kuveyt olmak üzere Körfez monarşileri tarafından finanse ediliyordu. Uzmanlar bu durumun, Körfez ülkelerinin radikal cihatçı örgütle aynı dünya görüşüne sahip olması nedeniyle ortaya çıkmadığını belirtiyor; Esad rejimi ve İran’dan “nefret eden” ülkeler, Esad’ın düşmanlarını finanse etmek istedi. Soğuk Savaş’ın ABD’nin, Sovyetler Birliği’ne karşı oldukları için aşırı sağcı milislere ve hükümetlere destek vermesine yol açtığı gibi, bu zengin Körfez ülkeleri de kendilerini dolaylı yoldan İran ve Esad arasında yaşanan temsili savaşta IŞİD’e yardım ederken buldular. IŞİD’in ilk zamanlarında eline geçen paranın Körfez ülkelerindeki zenginlerden geldiği belirtiliyor. Yakın zamana kadar, IŞİD tehdidinin kapsamının genişliği netleşmeden önce, bu ülkelerin para aklama konusunda olağanüstü zayıf yasaları bulunuyordu. Bu da özel bağışçıların ufak yaptırımlarla Suriye’deki muhalif gruplara ve IŞİD’e para aktarmasına izin veriyordu. Şu anda bu ülkelerin hiçbiri IŞİD’e yardım ettiğini kabul etmek istemiyor. Atlantic’teki yazısında, üst düzey Katarlı bir yetkilinin açıklamalarına yer veren Steve Clemons, “IŞİD, bir Suudi projesidir” diyor. Katarlılar, yalnızca El Nusra Cephesi’ne destek verdiklerini kabul ediyor. Ne var ki, bu örgütler arasında finansman ve silah sevkiyatının mümkün olduğu biliniyor. Uzmanlara göre en bariz durum, IŞİD’in paraya en fazla ihtiyaç duyduğu zamanda Suudi, Katarlı ve Kuveytli bağışçıların Suriyeli muhaliflere para aktardığı ve bunu paranın kimin eline geçeceğini umursamadan yaptığı. Siyasi gözlemciler, belirtilen çeşitli etkenlerin IŞİD’in yükselmesine, güçlenmesine ve büyümesine neden olduğunu ve hatta son olarak Türkiye ile Ortadoğu arasında tampon bir örgüt haline geldiğini belirtiyorlar.