Favori filmimizi müziklerinden dolayı çok sevmiş olabilir miyiz? Ya da sevdiğimiz filmler müziksiz olsaydı yine de sahnelerin bu kadar etkisinde kalır mıydık?
Mesela gösterime girdiği tarihten itibaren, müzikleriyle birlikte gişe rekorları kıran filmlerden birisi olan “ Titanic ”. Jack ve Rose’un aşkı Celine Dion’un yumuşak sesinin de etkisiyle hepimizi kalbimizden vurmadı mı? Filmin yönetmeni J.Cameron’un, besteci J. Horner’dan ana temada kemanları kullanmadan duygusal açıdan güçlü ve romantik müzikler istemesiyle, unutulmaz vokaller ve Kelt müziği ile bezenmiş parçaları zevkle dinledik.
Aynı şekilde, John Williams ’ a en iyi Film Müziği ödüllerinden birini kazandıran “ Schindler’s List” filminin ünlü keman solosunu Itzhak Perlman tarafından dinlerken tüylerimiz diken diken olmadı mı?
Müzik, insan duygularını yönlendirdiği ve duygu iniş-çıkışını istediği oranda ayarlayabildiği için bizi götürmeyi hedeflediği noktaya zorlanmadan ulaştırabiliyor. Farklı açıdan bakarsak güçlü bir manipüle yöntemi olduğunu söyleyebiliriz. Bu yüzden çok etkilendiğimizi düşündüğümüz film sahnelerinin detaylarını çoğunlukla unutmamıza rağmen, o sırada duyduğumuz müzikleri ve bize hissettirdiği yoğun duyguları kolay kolay unutmuyoruz. Bilim insanlarının ortaya koyduğu verilere göre bunun sebebi: Beynimizdeki bir dizi işlem neticesinde, müziğin duygularımızı ve duyularımızı yüksek oranda aktive etmesi ve yoğun dopamin salınımı.
Araştırmacıların, müziğin film gibi görsel bir sahne yorumunu nasıl etkilediğini ve düşüncelerimizi ne ölçüde şekillendirebileceğini test ettikleri bir deneyin sonucu, film izlerken aklımızdan geçenleri özetler nitelikte.
Araştırma şöyle: İki gruba ayrılan deneklerin her birine aynı kısa film, iki farklı türde müzikle birlikte izletiliyor. Birinci gruba filmde melankolik, yumuşak ve dokunaklı tarzda B.Evans’ın sakin jazz müziği ve ortam sesi eşlik ediyor. Diğer gruba ise aynı film bu kez Rachmaninov’un Ölüler Adası isimli, gerilim ve kasvetin yoğun olarak hissedildiği dramatik bestesi eşliğinde izletiliyor. Filmi izledikten sonra katılımcılara karaktere karşı ne hissettikleri, karakterin nasıl bir kişiliğe sahip olabileceği ve ortamı nasıl algıladıkları soruluyor.
Yumuşak jazz müziği eşliğinde filmi izleyen grup yüksek ortalamayla, ana karakterin vicdanlı, güvenilir ve duygusal olduğunu, izlerken akıllarına hoş anılar geldiğini ve bu nedenle, karakterle empati kurabildiklerini iletiyorlar. Ayrıca ortamdan çok karaktere dikkat ettiklerini bildiriyorlar.
Gerginlik ve endişe izlenimi veren müzikle filmi izleyen ikinci grup ise tam tersi tepkiler veriyor. Karakterin güvenilmez, kötülük yapmayı planlayan biri olduğunu, bulunduğu ortamda tehlikeli bir durum olabileceğini, bu yüzden ana karaktere ve mimiklerine daha az dikkat ettiklerini bildiriyorlar. Ayrıca ikinci grubun müziği kaygılı bir ruh hali uyandırdığından, göz bebeği genişlemesi ve uyarımları çıkıyor sonuçlarda. (1)
Özetle Evans’ın müziği, tatlı ve melankolik duyguları aktararak empatik bir tepkinin yolunu açarken, Rachmaninov’un gerilimli müziği, sıkıntılı duyguları çağrıştırıyor. Evet aradaki fark inanılmaz. Aynı kareler, tek bir müzik farkıyla iki ayrı uca götürüyor izleyenleri. Bu açıdan yeniden bakıldığında, artık neden bazı filmlerde gözyaşlarına boğulduğumuzu ya da karakterden hoşlanmadığımızı anlayabiliyoruz. Sanırım bu yüzden ünlü bir çok besteci ve film yapımcısı “ akıllıca tasarlamış melodilerin, izlediğimiz görselleri olduğundan daha etkileyici hale getirebildiğini” vurguluyor.
Elbette melodiler bunu tek başına yapmıyor. Müziğin ve hayatın en temel unsuru olan ritim, tıpkı armoni gibi tüm duygularımızı harekete geçirip, kalp atışımızdan nefesimize kadar etki ederek adrenalin yoğunluğu yaşatabiliyor. “Frekanslar, Şifa ve Müzik” yazımda bu konuyu detaylıca anlatmıştım. Mesela Star Wars’ta duyduğumuz gümbürdeyen davul sesleri ve görkemli bakır nefeslilerin muhteşem melodileri, az sonra yaşanacak olanların atmosferine bizi rahatlıkla hazırlayabiliyor. Artık her an bir ışın kılıcıyla savaşa girebiliriz..!
Star Wars’un bu kadar unutulmaz olmasının ana sebeplerinden biri de her ana karakterin kendiyle özdeşleşen bir temaya sahip olması ve karakter geliştikçe müziğin de gelişmesi. Örneğin Princess Leia, Yoda ve Darth Vader’ın kendi temaları var. Böylelikle müziği duyduğumuzda karakter henüz ekrana girmeden konunun kiminle alakalı olduğunu anlayabiliyoruz. Müziklerin bestecisi J.Williams ve Hollywood, bu tekniği icat ettiği için Wagner’a çok şey borçlu. Şahsen, Richard Wagner bu yüzyılda yaşasaydı, en iyi film bestecilerinden biri olurdu diye düşünüyorum…
Peki “ Film dünyasını değiştiren iki nota ” desem aklınıza ilk ne gelirdi? İzlerken hepimizi geren, nefesimizi tutmamıza yol açan ve denize girerken hafiften de olsa tedirgin olmamıza neden olan meşhur Jaws filminin ikonik müziğinden bahsediyorum. İzlememiş olsanız da müziğini mutlaka duymuşsunuzdur. Sadece Mİ ve FA notalarından oluşan basit bir tema, hepimizi nasıl da yerimizden zıplatabildi değil mi? Williams ’a neden böyle bir müzik bestelediği sorulduğunda “Tıpkı bir köpek balığının size yapacağı gibi sürtünerek, içgüdüsel, durdurulamaz ve tehdit edici olması gerektiğinden bu şekilde besteledim.” diye yanıtlamış. Filmin yönetmeni Spielberg, Williams’ın besteyi piyano başında ilk kez çaldığı anı şöyle anlatmış: “ Suyun altındaki boşluk hissini veya başka bir dünyanın tuhaf ve melodik sesini duymayı beklerken, kalın seslerde sadece iki parmağıyla notayı çaldığında kahkaha atmaya başladım, mizah anlayışı olduğunu bildiğimden, şaka yaptığını düşündüm. Fakat John ‘Hayır Jaws’ın teması bu’ dediğinde donup kaldım. Sonrasında neden bu şekilde olduğunu anlatınca fikri gerçekten sevdim.” Hatta filmin bu kadar ses getirmesinin ardından “Filmin aldığı bu başarının yarısı ünlü iki nota sayesinde oldu, Williams filmin imzasını buldu” itirafında bulunmuş. (2)
Korku ve gerilim filmlerinde kullanılan müzikler, izleyiciyi olayın içine çekmesinden öte, bir sonra yaşanacak olayın büyüklüğünü bile hissettirebilecek derecede önem taşıyor. 1960’lı yıllarda çekilen ve bir Hitchcock klasiği olan “ Psycho” filminin duştaki cinayet sahnesi, bu alana iyi bir örnek. Besteci B.Hermann’ın yaylı çalgılarda çığlığı andıran keskin ve uyumsuz sesleri vurgulayarak kullanması, izleyicideki gerilim, panik ve rahatsızlık duygusunu artırarak sahnenin etkisini yukarılara taşımayı başarmış. Ve bu sayede, sinema tarihinin unutulmaz karelerinden biri oluşmuş.
“ Bir film bestecisi için hikayeyi anlamak ve onu müzikle anlatmaya yardımcı olmak çok önemli ” diyor Forrest Gump’ın bestecisi Alan Silvestri. Filmde duyduğumuz umut veren melodilerle bunu hakkıyla başarmış olduğunu görüyoruz gerçekten. Silvestri besteleme sürecini, “ Tıpkı bir çocuğun piyano başında tek eliyle basit bir melodiyi çalması gibi olmalıydı; Forrest’ın masumiyetini, çocuksu ve içten kalbini göstermeliydi dinleyenlere” sözleriyle anlatmış. Böylelikle tüy kadar hafif yedi nota sayesinde, Forrest’ın hikayesi birçoğumuzun kalbine işledi.
Benim de en favori filmlerimin başında gelen; Doksanlı yılların kahramanlık ve özgürlük teması üzerine kurulu destansı “Braveheart” filminin, ödüllü müziklerine değinmeden geçemeyiz elbette. Besteci J. Horner’ın klasik senfoni orkestrasına eklediği Kelt müziği enstrümanları sayesinde, savaş sahnelerinin o gerilimli ve adrenalin yüklü havasına nasıl da kolayca kapıldık. Atların adımlarıyla birlikte duyulan her davul vuruşu, kalbimizi biraz daha hızlandırdı. Bakır nefeslilerin, özellikle de kornoların cesaret veren ihtişamlı akorları ve gayda sesiyle, hepimiz William Wallace kadar cesur hissettik kendimizi. Hem solo hem de orkestrayla birlikte kullanılan ve harika bir uyum yakalayan gayda enstrümanının, bu kadar etkileyici olabileceğini sanırım tahmin edemezdik. Romantik karelerde bile! Yönetmenin tam da istediği gibi, bütün sahnelerin hissini en derin şekilde yaşadık. Bu müzikler olmadan yine de aynı şekilde hissedebilir miydik? Sanmıyorum!
Film müzikleri, izleyiciyle ekran arasındaki mesafeyi kapatarak duyularımızı ve duygularımızı tamamıyla filme odaklamaya yarayan önemli bir bileşen. Karakterlerin sessiz kaldığı anlarda ne hissettiğini, onların yerine konuşarak aktarabiliyor. Bir sahneyi dehşet, trajedi veya neşeyle ifade ederek, anlatının hızlanıp-yavaşlamasına katkı sağlayabilen bir çeşit yardımcı oyuncu. Bilinçaltımızda izlediğimiz sahne, karakter ya da orada işlenen kurguyla nasıl bir bağ kuruyorsak, müzikler sayesinde bu bağı kalıcı hale getirebiliyoruz.
Elbette müzik her şekliyle birçok duyguyu filizlendirerek büyütebilen bir olgu, fakat görsel sanatlarla bir araya geldiğinde, muazzam bir tat veriyor. Tıpkı kekin üzerindeki çikolata sosu gibi. Kek tek başına da güzel, fakat sosuyla birleştiğinde, lezzeti doruklara çıkıyor.
Eğer bu yazı ilginizi çektiyse sıradaki yazımız sizin için geliyor: İyileştiren Melodiler: Müzik Terapi
Kaynakça