Bir bebek etrafında konuşan başka insan olmadığında konuşmayı neden öğrenemiyor? Dil edinimi, zamanla sınırlandırılmış periyotlar, Victor ve Genie’nin hikayesi…
Doğaya baktığımızda biyolojik olarak zamanla sınırlanmış devreleri (periyotları) çok kolay görebiliriz. Civcivlerin ya da ördeklerin yumurtalarından çıkıp direkt yürümeye başlamaları ve sonrasında gördükleri ilk yürüyen şeyin (genelde annelerinin) peşine takılmaları biyolojik kritik dönem hipotezinin güzel bir örneği. Çünkü kopyalama (imprinting) ile gerçekleşen bu olay yumurtadan çıktıktan birkaç saat içinde gerçekleşmeli. Ördeklerin ve civcivlerin bu hareketi gibi insanların da “dil edinimi” için gerekli bir zaman dilimi olduğu görüşü mevcut. Prof. Eric Lenneberg, kritik /uygun (optimal) dönem hipotezini dil edinimi açısından değerlendirirken bunun yaşla sınırlandırılmış bir potansiyel olduğunu söylemiş.
Lenneberg’in hipotezini test etmek için yapılması gereken, yeni doğan bir bebeği senelerce izole edip insan etkileşiminden uzakta büyütmek. Sonrasında bu kişilerin dil kullanımını, doğuştan beri en az bir dile maruz kalan kişilerin dil kabiliyetiyle kıyaslamak. Böylesine bir deney (?) mümkün olmayacağı için araştırmacılar herhangi bir çalışma yürütememişler. Bununla birlikte talihsiz koşullardan ötürü izole kalan, iletişim kurmadan büyüyen insan örneklerini incelemişler. Bu örnekler dil edinimi konusunda bizlere neler gösteriyor bakalım.
İlk örnek 1800’lerden. Fransa’nın Aveyron bölgesinde ortalama 12 yaşlarında bir çocuk, soğuk bir kış günü ormanın kenarındaki bir dükkana giriyor. Kışa rağmen çocuk tamamen çıplak, etrafı kokluyor, sağa sola koşuyor, bir takım sesler çıkarıyor ancak konuşamıyor. Bilim dünyasının dikkatini çeken çocuk, kısa zamanda bilimsel çalışmaların odağı oluyor. Bilim dünyası çocuğa Victor adını veriyor. Araştırmacılar çocuğa ne kadar dil öğretmeye çalışsalar da Victor birkaç kelimeden fazlasını söyleyemiyor. Yalnız bu olay detaylı bir şekilde belgelenmediği için ya da belgeler günümüze ulaşamadığı için, Victor’un dil kapasitesinin gelişememesinin nedeninin zihinsel bir hastalık mı yoksa sadece dille geç tanışması mı tam bilinmiyor. Ayrıca psikolojisinin de dil kapasitesini ne kadar etkilediği konusunda bir bilgi yok. Bazı dosyalar Victor’un otistik olabileceğini söyleseler de kesin bir kanıt mevcut değil.
1970’lerin Los Angeles’ına geldiğimizde, Genie ile tanışıyoruz. Genie annesiyle beraber, akıl hastası babasından kaçıyor ve kendilerini sosyal hizmetler kurumunda buluyorlar. Genie, 20 aylıktan 13 yaşına kadar bir odada sandalyeye bağlı şekilde büyütülmüş. Bu süreçte Genie’ye sadece hızlıca yemek yedirilmiş, onunla hiç konuşulmamış, etkileşim kurulmamış, en ufak bir ses çıkarmaya çalıştığında da babası tarafından dövülmüş.
Genie ilk bulunduğunda hiç konuşamıyormuş. 4 yıllık bir eğitimden sonra yapılan kelime testinde sadece 5 yaşında bir çocuğun seviyesine gelebilmiş. Ancak grameri anlamak ve kullanmakta zorluk çekiyor ve hâlâ sözdizimini (syntax) kavrayamıyormuş. Anlambilim (semantics) ve kelime bilgisi bakımından daha iyi olduğu gözlemlenmişse de dil yeterliliği yaşıtlarıyla aynı seviyeye ulaşamamış.
Genie’de gözlemlenen bir başka önemli bulgu, dilin olması gerektiği gibi beynin sol yarımküresinde değil sağ yarımküresinde işlenmesi. Bunun bir açıklaması, Genie’nin dili edinmekte geç kalması ve beyindeki sol yarım kürede dille ilgili bağlantıların zamanında kurulmadığı için artık o bağların yok olması. Sonradan öğrenmeye başlayınca da bu görevi artık sağ beynin üstlenmesi. Bu durum dille ilgili bazı yetilerinin kısıtlı kalmasına neden olmuş olabilir. Elbette tüm bunların yanında Victor gibi onun da yaşadığı zor ve olumsuz psikolojik durumun da konuşma seviyesini büyük etmende etkilemesi olası.
Peki ya sözlü bir dili işitemeyen bebekler? Anne ya da babalarında herhangi bir işitme sorunu olmayan ancak işitme engelli doğan bebekler duygusal ve fiziksel anlamda her ne kadar yalnız olmasalar da işitsel bakımdan izole oluyorlar. Kritik dönem hipotezini test etmenin en iyi yollarından bir tanesi; doğuştan itibaren işaret diline maruz kalan çocuklar ile belli bir yaştan sonra işaret diliyle karşılaşan kişilerin dil kapasitelerini karşılaştırmak. Sonuç olarak gerçekten de bebeklikten beri işaret diline maruz kalan kişilerin dil yetkinlik seviyeleri daha fazla sonucuna ulaşılıyor. İşaret diliyle belli bir yaştan sonra tanışanlar -30 yıl boyunca işaret dilini kullanıyor olsalar bile- diğer gruba nazaran özellikle gramer konusunda daha az yetkinliğe sahip oluyor.
Son olarak değinmek istediğimiz nokta: dil edinimi ve dil öğrenmek arasındaki fark. Öncelikle dil edinimi ile başlayalım. İlk defa dil(ler)e maruz kaldığımızda yani anadil(ler)imiz olacak şeyle karşılaştığımızda bu dil(ler) beynimizin Broca alanı dediğimiz bölgede işlenir. Ancak sadece bu kısım dille ilgileniyor diye anlaşılmasın. Duyma, konuşma, anlam çıkarma, gramer yapısını algılama gibi konularda beynimizin farklı bölgeleri aktive oluyor. Broca bölgesinin bir farkı, dile ilk maruz kaldığımız aşamada oldukça aktif olması. Daha sonrasında öğrendiğimiz dillerin, ana dil(ler)imizden farkı ise beynimizdeki yeri. İkinci, üçüncü diller Broca bölgesine yakın bir kısımda işleniyor.
Burada da kritik nokta yine yaş. Yaklaşık olarak 7 yaşına kadar maruz kaldığımız diller, bizlerin ana dili olarak Broca bölgesinde işlenme potansiyeline sahip. Elbette o dile ne kadar süre, hangi düzeyde maruz kalıyoruz bu da unutulmaması gereken ayırt edici bir özellik.
SoruYorum : Konuşmayı İnsan Olmazsa Neden Öğrenemiyoruz ?
Eğer bu yazı ilginizi çektiyse sıradaki yazı sizin için geliyor: Endişeli Ebeveynlere Dil Rehberi