Türk Ülüş Sistemi

İçinde merkezkaç kuvvetlerini de barındıran Türk Ülüş Sistemi-1

Göktürk devletinin bir imparatorluk olarak idari sistemine ülüş sistemi denir. Karadeniz kıyılarına kadar bütün Orta Asya bozkırları gibi olağanüstü boyutlarda bir coğrafyaya hükmetmenin yarattığı Türk idari sisteminin, içinde merkezkaç dinamiklerini de barındırdığı tarihi bir gerçektir.

Göktürk devletinde çok büyük servet birikmişti.

Bu servetin ihtişamını ve büyüklüğünü Menandros’un, Türk hanının Bizans elçilerini ağırlamasını anlattığı ifadelerde gözler önüne seriliyor.

“Hanın otağı ipek kumaştandı (…) Otağ halılarla döşenmiş ve kuşanmıştı. Çeşitli görünüşte heykelcikler vardı. Dizavul (İstemi Han) som altından yapılmış bir tahtta oturuyordu. Ortada altın tabaklar, maşrapalar ve sürahiler vardı (…) Dört altın tavusun tuttuğu bir som altın yatak bu çadırda bulunuyordu.  Çadırın önündeki arabalarda, Türklerin yetilerinden çok değerbilirliklerini yansıtan som gümüşten ve ince işçilikli meydana getirilmiş sahanlar, heykeller ve leğenler görünüyordu (…) Burada Türk prensinin ihtişamı sergileniyordu.” (*1)

VERGİ VE PARANIN OLDUĞU YERDE DEVLET VE MEDİNİYET VARDIR

İpek, dönemin en kıymetli emtiasıdır. Altın, bütün zamanların servet kaynağıdır. Bu kadar büyük servetin sahibi, (son dönemin arkeolojik buluntusu) para kesen bir siyasi varlığa “ilkel kabile aşamasında yaşıyorlar, medeniyetsizler” denebilir mi? İmparatorluk sınırları içindeki bodunlara vergi koyan, itaat altına alınan ve “işi gücü verme” ye zorlanan diğer halklara haraç tarheden bir siyasi varlık, -Avrupa odaklı tarih anlayışı sahibi tarihçiler istedikleri kadar “medenileşememiş ilkel göçebe” desinler- devlettir.

Gumiliev’e, 6.-7. yüzyıllarda Türklerin, dünyanın yarısına hükmeden zaferler kazanmalarını sağlayan etkenin, “…kurdukları ordu ve teşkil ettikleri idari sistem” in “genel olarak göçebe dünyası seviyesinin üzerinde” olduğunu söyleten ve “rahatlıkla söyleyebiliriz ki onlar övülmeye değer zaferlerdi” dedirten tarihi hakikat işte bu somut durumdur. İnşa edilen toplumsal sistem, olağanüstü genişlikteki –“dünyanın yarısının hâkimi haline gelmelerini”- sağladı. (*2)

DEVLET HİYARARŞİSİNİN SEMBOLÜ OLARAK 28 RÜTBE Gumiliev’in bile “kabile” diye diye “göçebe dünyası seviyesinin üzerinde” olarak tarif ettiği o idari sistem ve ordu, gerçek bir devletti. “Kabileler” ise aslında eski “kan bağı/gens” özelliklerini yitirmiş, çeşitli boyların bir beye bağlılığını ifade eden bodun ya da bodun birlikleri durumundaydı. Gentilice bağlar yerini siyasi bağa, bir bey ya da soyluya bağlılığa dönüşmüştü. İskit/Sakalar’dan beri 1.500-1.600 yıldır süren bu süreç artık orduyu, devleti, parayı, bilimi, dini,

ideolojiyi içeren bir medeniyete dönüşmüştü. Macar tarihçisi Ligeti’nin saptadığı gibi, Göktürkler’de, devlet hiyerarşisini ifade eden, yabgu , şad, tigin, tarhan, tudun, ilteber, erkin gibi 28 rütbe bulunmaktadır. Bu kadar çeşitli rütbenin varlığı paranın da bulunduğu anlamına gelir. Nitekim son dönemde Göktürk akçeleri de hafriyatlarda bulundu. (*3)

TÜRK ÜLÜŞ SİSTEMİ

Göktürk devletini 6.-7. yüzyılların en güçlü devletleriyle boy ölçüşecek duruma getiren, “hakanlığı bir yüzyıldan fazla ayakta tutan” sistem ülüş (uluş) sistemiydi. Sistemin kuruluşu 550-560’larda on yıl içinde olup bitmişti. “Türk devleti, uzun mızraklar ve keskin kılıçlarla kurulmuştu.” Kısacası her yerde her dönemde cereyan eden askeri harekâtlarla, yani silahla inşa edilmişti. “On yıl zarfında (550-560) Türkler Sarı Deniz’den Volga’ya kadar bütün göçebe kabileleri kendilerine itaat ettirdiler ve sonraki yirmi yıl boyunca da yayılmayı sürdürdüler. Bu çok geniş toprakları fethetmekle iş bitmiyordu ve asıl mesele onu elde tutabilmekti. Türkler çok hızlı yayılırken yeni tebaalarının sempatisini kazanamadılar ve her dakika bir isyan çıktı. Bu isyanlar Açina ordası tarihten silininceye kadar da hiç bitmedi.” (*4)

MERKEZKAÇ KUVVETLER: ON PARMAĞIN ALTINDA ON PİRE ZAPTI

Göktürk devletinin en büyük problemi, on parmağının altında on pire zaptetme ve hangi parmağı kaldırsa pirenin zıplayıp gitme riski altında bulunma durumuydu. Bundan dolayı baş sorun, eyaletlerdeki (ülüşlerdeki) ayrılıkçı hareketlerin bastırılmasıydı. Mukan Han’ın en büyük problemi buydu. İtaat altına alınmış, “’işi gücü verme’ye sokulmuş bir bodun ya da boy ‘ancak başında kurt başlı tuğlarla donanmış zırhlı süvariler bulunduğu sürece mevcut düzene itaat ederdi.” Ayrılıkçı hareket ya da isyanları ancak askeri kuvveti bulunan bir vali ya da eyalet yöneticisi bastırabilirdi. Buna karşılık merkezden uzaklarda bulunan bir eyalette elinin altında hatırı sayılı boyutta bir askeri kuvvet bulunduran bir yönetici ise hakana nasıl sadık kalacaktı? Kritik sorun bu noktadaydı. Eyalet yöneticisini yakın akrabalar arasından seçip göndermek de yeterli çözüm üretmiyordu. Çünkü onlar arasında da sürtüşmeler eksik olmuyordu. Bu nedenlerden dolayı tek çözüm olarak ülüş sisteminde çare buldu Göktürk hakanları. “Genel valinin iyi niyet ve şahsi karakteri onun tahta sadakatinin garantisi değildi. O halde onu merkezi yönetime sadık kalacak menfaatdar haline getirmeliydi. İşte bu yüzden ülüş sistemi taht tevarüsünde (devrinde/FÖ) malum bir nöbet esası üzerine kurulmuştu. Mukan-han’ın yasasına göre, tahtın varisi hanın oğlu değil, , ailedeki ekber (büyük-FÖ) evladın bir küçüğü ve/veya küçük amcanın ekber yeğeniydi. Tahtın tevarüsünü bekleyen ve hanla aynı kandan gelen diğer prensler ise ülüş sisteminde görev alırlar.” (*5)

KAYNAKLAR:
(*1) Menandr/ Menandros, s.378, 379/ Akt. Eski Türkler, Lev Nikolayeviç Gumilev, Sekizinci Baskı, Selenge Yayınları İstanbul, 2019, Çev. D. Ahsen Batur, s. 79
(*2) Gumilev, age, s. 79
(*3) Ligeti, Bilinmeyen İç Asya, 2. Basım, Macarcadan çev. Sadrettin Karatay, Ankara, 1986, s. 200/Akt. Orta Asya Uygarlığı, Dr. Doğu Perinçek, Kaynak yayınları, 1. Basım Nisan 2002, s. 48
(*4) Gumiliev, Age. S. 80
(*5) Gumilev,Age. S. 80
YENİGÜN

İçinde merkezkaç kuvvetlerini de barındıran Türk Ülüş Sistemi-2

Geçen haftaki yazımızda tarihçi Gumiliev’in, Türklerin Orta Asya’da çok büyük ve geniş topraklara hükmettiğine işaret ederek, bu kadar geniş coğrafyada merkeze uzak eyaletlerdeki ayrılıkçı hareketleri ve isyanların önüne geçmek ve bastırmak amacıyla oralardaki yöneticileri ya da genel valileri merkeze bağlayan menfaat birliği sağladıklarını, “menfaattar” duruma getirdiklerini, bu sistemin tarihi adının ülüş sistemi olduğunu belirtmiştik.

Bu yazımızda aynı konuya devam ediyoruz.

Gumilev, Türk devletinin (Göktürk Hakanlığı’nın) 558 yılında dört temel prensliğe bölündüğünü ve bunun 576 yılında sekize çıkarıldığını, ancak bunları, “her birinde genelkurmaylığa (Başbuğa) bağlı kumandanlık ve onun emrinde de muayyen bir askeri güc” ün bulunmasına işaret ederek, “Batı Avrupa’daki feodallara benzetme” nin “insafsızlık olacağı” nı belirtmektedir. (*1) Kısacası Gumilev, 2-3 bin yıllık bir devletleşme ve medenileşme süreci sonunda insanlığın toplumsal gelişim yatağındaki üretim tarzları zincirinde bulunan ve en bariz şeklini eski Yunan ve Roma’da gördüğümüz kölecilik aşamasını atlayarak doğrudan bir üst tarza sıçramasını kabul etmemektedir. Türk devleti eğer feodal değilse köleci bir süreç yaşamaktadır. Gumilev birkaç yerde de Türklerin köle ticaretini gördüklerinden bahsetmektedir.

Oysa “Orta Asya’nın uygarlaşma tarihi, özel mülkiyetin gelişmesi ve zenginleşme temelinde, kanbağının çözülmesi ve siyaset bağına dayanan örgütlenmelerin (konfederasyonlar ve giderek devletler) kurulması tarihidir.” (*2) İnsanlığın toplumsal örgütlenme yatağındaki klasik zincire göre, insanlığın toplum halinde yaşamaya başlamasıyla birlikte en uzun toplumsal örgütlenmesi olan ilkel kabile toplumundan çıkışıyla birlikte içine girdiği toplum biçimi ya köleci ya da feodal toplumdur. Tarihçi Gumilev, Türk devletini,  “ Batı Avrupa’daki feodallere

benzetme” nin “insafsızlık olacağı” nı belirtmesine rağmen bizim görüşümüz tam tersinedir. Türkler, tarihlerinde köleci toplum tarzını görmeden doğrudan feodal topluma sıçramış ender halklardan biridir. (*3)

40 yıldır Türk tarihini araştıran ve yazan Dr. Perinçek’e göre, medeniyete ve devlet inşa etmeye doğru Türk dalgaları, MÖ 1’inci ve 2’inci bin yıllardan İsa doğduktan sonra 1’inci bin yıllarına kadar (bu tarih artık daha önce Karahanlılar düşünülerek söylenmişti. Bugün elde edilen bulgu ve bilgiler sonucu Göktürklerin bir devlet olduğu kanıtlanmış olduğundan 5 yüzyıl geriye çekilmiş durumdadır.) birbirini izleyerek peş peşe geldi. “Orta Asya’da açılan kurganlardan, kabileler içinde daha M.Ö. 8. yüzyılda derin bir sosyal farklılaşma saptanmaktadır. Hun çağında sulama kanallarına, saban demirine, tahıl toplamak için çukurlara rastlıyoruz. Göktürk Yazıtlarında, ‘Kültigin’in altını, gümüşü, hazinesi, serveti, dört binlik at sürüsü vardı’ deniyor. İbni Fadlan’ın aktardığı üzere Oğuz içinde yüz bin koyun ve on bin ata sahip beyler bulunuyordu. Arap tarihçisi Mesudi, yerleşik hayata geçen Oğuzlardan söz etmektedir. İdrisi ise, ‘Oğuzların şehirleri çoktur’ diyor (…) Sınıf farklılaşması belirginleşmiş ve feodal ilişkiler filiz vermişti.” (*4)

Ülüş sistemine devam edelim.

Gumilev ülüş sisteminin “çok karmaşık ve girift” olduğunun altını çizmektedir. Ancak sistemin iktidar değişim yasasının ilk elde “kurucu bir rol oynadığı” nı, “ayrıca iki defa devlet yönetiminde kritik anların yaşanmasına yol açabilecek çocuk yaştaki veliahtların tahta geçmelerini önlemiş olduğu” nu vurgulamaktadır. Bundan dolayı da “iktidar daima kabiliyetli kişilerin elinde kalmıştır. Ülüşlerin başında bulunan prensler er veya geç yönetim başına gelecekleri ümidiyle disiplini bozmamış, karşı harekete geçmemişler, böylece de devlet dört bir yana gelişebilmiştir. ” (*5)

KAYNAKLAR:
(*1) Eski Türkler, Lev Nikolayeviç Gumilev, Sekizinci Baskı, Selenge Yayınları İstanbul, 2019, Çev. D. Ahsen Batur, s. 80
(*2) Orta Asya Uygarlığı, Dr. Doğu Perinçek, Kaynak yayınları, 1. Basım Nisan 2002, s. 34
(*3) Fatih Özcan, Yenigün gazetesi, Türkler, Roma ve antik Yunanlar gibi Köleci olmamış bir halktır1
(*4) Dr. Doğu Perinçek, Osmanlı’dan Bugüne Toplum ve Devlet, 2. Baskı, Kaynak Yayınları, s. 26-27
(*5) Gumilev, Age. S. 81

TÜM YAZILARIM

ata-eti-ite-otu İndir